Ağustos ortasında önce arı kuşları kımıldanır. Arkasından belli belirsiz hissedilmeye başlayan rüzgarın önüne düşer leylek sürüleri. Katar katar uçup geçerler gökyüzünden. Kasabanın üzerinden geçişleri dokuz gün sürer... Bu dokuz güne 'Leylek Fırtınası' der eskiler. Sonra kısa süreli sıcaklar olur. Bir gün, iki gün, üç gün derken Eylül'ün ilk haftası poyrazın savurduğu bıldırcın sürülerinin kaplar gökyüzünü. Cemreler çekilir suyun içinden. Artık deniz mevsimi biter... İkinci haftası çaylak fırtınası...
Ve Eylül biterken göç yolunda sona kalmış turnalar görünür gökyüzünde. Bir önceki sene kondukları çayırların yerine kurulmuş binaların üzerinden, kurumuş göllerin, bataklıkların üzerinden geçerler kanatlarından hüzün dökerek...
'Turna Fırtınası'dır bu... İncirlerin tadı kalmaz artık. Sıcak esintiler yerini vakti belirsiz lodosa bırakır, akşam olunca bahçede, balkonda oturulmaz... Sevdiğine küsmüş bir ergen kız gibi sarı saçlarını savurup döner gider yaz...
Ortalıktan el ayak çekilir...
Yaz biter...
&&&
"Kitabı okuduktan sonra senden ricam, iki satır yaz" demişti Hulusi Üstün, Turna Fırtınası'nı imzalayıp uzatmış ardından mutfağa kahve yapmaya gitmişti, acemice ben de Aynı Şarkı'yı imzalayıp vermiş, yorum bekliyorum demiştim...
Anladım ki yazar hep yorum bekliyor...
Leylek Fırtınası'nda, cemreler çekildiğinde, bıldırcın sürüleri gökyüzünü kapladığında, incirlerin tadı kalmadığında ve Turna Fırtınası'nda kasabada bir yerlerdeydim...
Jumbo Ayhan'la takılıyordum mesela... Gecenin kör yarısı radyonun çalan kapısını açıyor, şaşkın gözlerle bakarken Jumbo Ayhan bir büyük votkayı "şerefine kardeşim" deyip fondip yapıyor! düşüyor Jumbo'yu sırtladığım gibi altı kat aşağı indirip kırmızı Toros'a atıp yine sırtımda evine götürüp yatırıyordum...
Yaz bittiğinde, sahilden el ayak çekilip, deniz karabataklar ve kasabalılara kaldığında, teknede uyuyan Kung-Fu Hikmet sabaha sağ çıksın diye dua ediyordum...
- Hikmet Ağbi üşümüyor musun?
- Mum yakıyorum içeride, sıcacık oluyor!
- Çay içer misin?
- Hadi içelim...
Yaz sevdiğine küsmüş bir ergen kız gibi saçlarını savurup döner giderken en acemi halimle Arap Zeki'ye olta bağlatıyordum...
- Zeki Ağbi, büyük balık geldiğinde kopmaz değil mi bunlar?
- Kopar mıymış hiç!
Ne oltama büyük balık geldi, ne oltalar koptu... Zeki ağabey hep bağladı... Şimdi düşünüyorum da insan konuşmadık çok şükür, deniz konuştuk, balık anlattık, yalan söyledik, hayal kurduk...
Lapa Kadir'e şarap ısmarladığım da, Dalgakıranda Hamarat Muzaffer'le işkine beklediğim de, zehirli olduğunu bilmediğim iskorpiti avuçladığım da oldu...
Süleyman ağabeyin tekne almaya niyetlendiği sene de oralardaydım...
Ya Şuayip'in yerinde çay içiyordum, ya balıkçılar kahvesinde sohbet ediyordum...
Yarların altında Zafer'in çay bahçesinde Esat ve Ayla gün ışıyana kadar sohbet etti ya...anladım ki unuttuğumu sandığım ne çok şeyi meğer hatırlıyormuşum...
Ne çok insan farkında olmadan kayboluvermiş hayatımızdan...
Ağustos geliyor, arı kuşları toplanacak önce, belki fark etmeyeceğiz ama leylek sürüleri geçecek üzerimizden.
Turna Fırtınası'nın arkası kış...