Şu bizim meslek ile ilgili birçok kişi oturduğu yerden atıp durur da bizim yaşadıklarımızın zerresinden haberdar olamazlar… Bir de kendini gazeteci sanan dangalaklar da var onlar da ayrı bir konudur. Şimdi unutulmaması gereken konuların başında geleni bizim yaşam kaynağımız “haber”, sunumumuz ve kaynağımız da “insan”dır... Bunu inkâr edebilecek kişi yoktur sanırım… Durum bu şekilde olunca yaşamak için haberi bir şekilde bulabilirsiniz fakat kaynak insan olduğunda da hep; “doğru insanı” arayıp durursunuz. Bulur musunuz?.. Valla bazen bulursunuz!.. Bazen de bulduğunuzu sanırsınız! Yanıldığınız çok olur…
Bizim mesleğin “acı ve tatlı yanları” da çoktur. Aynen insanlar arasındaki karşılıklı dostluklarda olduğu gibi... Dostlarımızın günlük, aylık, yıllık değil; “ömür boyu” devam etmesi için titizlikle seçeriz... Elbette; dostlarımız da bizi... Karşılıklı haktır da ondan… Yanılmayız mı?.. Yanılmak da mümkündür yanılmamak da!.. Suların yeryüzünü serinlettiği, yıktığı anları düşünün...
Bizim işimiz insanla ya. Bir de haberi sunmak zorunluluğumuz var. İşte tam bu düsturda yağmurun tatlı tatlı ıslattığı, bazen bardaktan boşalırcasına yağdığı, bazen de sellerin oluştuğu zamanlar yaşam da hep vardır... Hatta ve hatta kar... Fırtına... Dondurucu soğuk!.. Her ne şartta olursa olsun biz hep görevimizin başındayızdır hep...
Gazeteciliğimizi, yapmamızın sebebi sevmemizin haricinde mesleğimiz olduğu için yapmaktayız… “Meslek” için yapıldığı an, yapanlar tarafından da son derece kutsaldır... Hani derler ya; “kendini büyük gazeteci sayanlar var ya oturdukları yerden kişileri tanımadan haber ya da yorum yazanlar...” Bakın işte gerçek gazeteci onlar değil, gerçek gazeteciler tam anlamıyla dört mevsimi doyasıya yaşayanlardır!.. Hani o “kendini büyük gazeteci sayanlar” ve “üretmeden ahkâm kesenler” günün birinde “kâğıttan ev” misali ya, suyun ilk damlasından sonra eriyip veya bir üfürükte, çöp tenekesine doğru havalanır gider...
Sonrası malum: Yok olur, biter!.. Bitmeye de mahkûmdur, kaçınılmazdır… Meslek onuru, insanlık gururu, şan ve şöhreti bir yana bırakıp da, mesleki ahlakıyla yıllara meydan okuyarak, bir dilim ekmeği boğazından “helal” olarak geçiren gerçek gazeteciler de, her zaman, her mevkide ayakta dimdiktir! Yedikleri de dün olduğu gibi, bugün de bir dilim “helal ekmek”tir...
Gerçekten bu işi meslek olarak yapanları ayrı tutarım… Meslek onurunu bilenler, bu ahlakla yetişenler… Ne yalakalık yapar onlar... Ne de; kendi menfaatleri uğruna, “arkadaşlarının kuyusunu kazmaya çalışanlara”, gününü kurtarmak, cebini doldurmak için uşaklık, etmezler!..
Bizim meslekte yok mu bu şekilde davranıp da çalışanlar?.. Valla o kadar çok ki mantar gibi bitiyorlar!..
Uşaklığı yapanların gücüyle ulaştığı gazete veya köşe... Elindeki sık sık gösterdiği ve asla gerçeğini alamayacak olduğu “Sarı” silah!.. Vur desen, vuramaz!.. Korkar... Nedeni de “Ya günün birinde bir yerlere gelir de acısını çıkarırsa...” diye... Sadece ve sadece emir aldıklarının düşünceleriyle hareket ederler... Sizin anlayacağınız ipleri birilerinin elinde olan bir kukla!.. Yok ya... Kukla olmaz ipleri tutan kişi uzaklara gittiğinde ne halt edeceğini bilemez. Olsa olsa, Robot olur!.. Bu türdeki haysiyetsiz kişiler… İpleri tutacak kişi o zaman internet yolu ile kurulumunu gönderir. Bak bu şekilde daha doğru olur…
Şimdi sizin de aklınız karıştı dimi… Durduk yerde bunları neden ve ne sebeple yazıyor diyeceksiniz. Hatta spor ile ne alakası var diyeceksiniz. Ya biraz sabır eyleyin sadede geleceğim…
Biz de bir kural vardır, bizde derken bizim meslekte... Bugün için geçerli mi, değil mi tartışılır ama aklımdan hiç çıkmaz… Rahmetli babam derdi bana; “Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına batır...”
Önce bizim meslekten örnek verdim... Sonra da her kesimden vermeye çalışacağım. Aslında örneklemeye de hiç gerek yok! Yaşayanlar en az benim kadar biliyor, her meslekte “kim, kimdir?” diye...
Yaşam uzun... Ama son derece de kısa... Çevrenize bir bakın bakalım. Bir düşünelim hep birlikte: “Biz nerede hata yaptık...” diye?.. Şimdi diyeceksiniz ki bana; hatasız kul olmaz!
Önemli olan hatanın bilinmesi ve tekrar edilmemesi...
Az daha unutuyordum. “Üzüm üzüme baka baka kararır” derler ya... Atasözüdür...
O nefis tadı olan, şifalı üzüm kadar bile olamıyorsunuz ya... Ne baka baka kararıyor. Ne de yaşamdaki hatalarından ders alıyorsunuz.
“O güvenilmez biri...” dediklerinde “Yapma ya?..” diyemezsiniz. Güvenmek zorundasınız... İçtiğiniz bir bardak su, paylaştığınız bir sofra, konuştuğunuz bir kaç kelimenin hatırı vardır. Olmalı da... Ama insanoğlu, “et ve kemikten...” Ağzı torba değil ki büzesin… Yerli yersiz konuşmaları laf taşımaları ve bunun gibi birçok ayrıntıyı atlamaz…
Eskiden bilir misiniz hiç; “Namusludur?” diyenleri... Yaşı benim kadar olanlar veya büyüklerimizden duyduğumuz binde bir, “O namussuzunuz biri” sözü olurdu.
Ya şimdi: “Namusluluk” bile bir meziyet oldu...
Oturup anlatırsınız, yapılanları... “Ya... Öyle mi... Vah vah vah... Ben olsam... Allah korusun... Hiç yapar mıyım?..” der, kulağını çeker, bulduğu tahtaya üç kere vurur... Sonra da; gece söylediklerini, gündüz unutur! Yazıklar olsun! Çevremizi sarmış hepsi...
“Meslek” öyle bir meslek ki... Onca okulu olmasına karşın, öncelikle spor, siyaset, müzik, ticaret emeklilerinin tercih edildiği bir meslek... Köşeye; “reklam getirir” ve “ilan bulur” veya “iş bitirir” düşüncesiyle alınır bırakın bunları hatta kuruma ortak edilir...
Sanmayın medya kuruluşları harıl harıl adam arıyor... Küçük ilanlarda bile mesleğin adı geçmiyor!.. İşte bizim meslek işte böyle...
İşte bunun bilinciyle 5 Eylül’de bir şeyler olacak, Silivri’de yer yerinden oynayacak. Tabii ki de spor adına… Saygılarımla…