Hukuk ve adalet kavramları çok iç içe kavramlar gibi görünse de bazı zamanlarda birbirine karşı konumlarda olabiliyor. Yasaların adalete rağmen üstün tutulmaya çalışılması sistemin otoriter olmasının sonucudur. Demokratik toplumlarda ise kanunun adaletin içeriğine uygun hale getirilmesi için çaba gösterilir. Amaç yasanın adalete hizmet etmesidir.
Tabi hukuk teorisine göre ilk çağda adalet tabiata uygun olanken, orta çağda tanrının emirlerine uygun olan adil olandır. Yeni çağda ve günümüzde ise adil, insan aklına uygun olan olarak tanımlanmaktadır. Ancak kimi zaman mutlak adalet her nasılsa yasalar nedeniyle yerine gelmez. Mesela zamanaşımı denilen bir kavram vardır. Hakkını uzun zaman aramayan alacaklı, hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılır. Çünkü yıllar önceki bir borcun ödendiğinin ispatı bazen imkansız olabilir. Hukuk güvenliği ve sosyal barışın devamı için bu kabul edilir. Ancak bu alacaklı yönünden adil değildir.
Yasaya uygunluk ve adalet arasındaki çelişkinin en bariz örnekleri Nazi döneminde Almanya'da yaşanmıştır. O dönemin iktidarının emirleri ve çıkardığı yasalar doğrultusunda birçok insan hakları ihlalleri yapılmış, emirleri uygulayanlar yaptıkları yasaya uygun olsa da suç işlemiştir. Bu sebeple yasaların tartışılmaz, eleştirilmez kabul edilmesi çok tehlikelidir. Tam tersine yasaların adalete uygun olması için çeşitli mekanizmaların aktif kullanılıyor olması gerekir. “Emir emirdir” anlayışı ile akıl süzgecinden geçirilmemiş eylemler kimi zaman cinayete, katliama dönüşür
Demokratik toplumlarda adaletin yerine gelmesi için kanuna rağmen direnme hakkı sık sık başvurulan bir yöntemdir. Ülkemizde de hakimin adaletin veya insan haklarının sağlanması için kanuna rağmen uygulamama hakkını kullanarak karar verme hakkı bulunmaktadır. Hatta Anayasa'nın 152. Maddesi “ Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.” hükmünü getirmekle yasaların da temel hak ve özgürlüklere aykırı olabileceğini kabul etmektedir. Bu durumda hakimin yapacağı şey kanunun uygulanması için Anayasa Mahkemesi kararını beklemektir. Ancak nedense yasaya rağmen adaletin yerine gelmesi adına bu yola başvuran hakim sayısı azdır. Konfüçyüs “Adalet bir kutup yıldızı gibi yerinde durur,yıldızlar onun etrafında döner” dese de karar verenler bazen iş yükü bazen de bilgi eksikliği sebebi ile merkezden uzaklaşıp detaylarda boğulur.
“Bir devletin yıkılışından önce yasaları çoğalır” denilir. Ülkemizdeki yasal düzenleme hızının bu kadar yüksek olması hem hata oranını hem de bilgi eksikliğini arttırmaktadır. Ülkemizdeki avukatların en büyük sıkıntısı müvekkillerine dava sonucu hakkında artık tam bir bilgi veremez hale gelmiş olmaktır. Çünkü davanın sonucu ; hakime, dava sırasında kanun değişikliğinin olup olmayacağına, müvekkilin kim olduğuna hatta karşı taraf avukatının kim olduğuna göre bile değişebilmektedir.
Günümüzde kararın yasaya uygunluğundan ziyade karara uygun yasanın çıkarıldığına şahit oluyoruz. Özellikle idareye karşı açtığımız davalarda yıllarca süren mahkeme sürecinden sonra lehe karar alsak ta değiştirilen yasal düzenlemeler sebebi ile artık icra kabiliyeti olmayan kararlarla başbaşa kalıyoruz. En azından davanın başında ve sonunda uygulanan kanunlar aynı olsa!
Sorunları sıralarken çözüm üretmeden duramayız. Gerçekte yıllardır kullandığımız bir çıkış yolu var: İçtihatlar…İçtihat kelime olarak çaba sarf etmek ve tüm gücünü kullanmak anlamına gelir. Hukuk terimi olarak ise içtihat yasada veya örf ve adet hukukunda uygulanacak kuralın açıkça ve tereddütsüz olarak bulunmadığı konularda, yargıcın veya hukukçunun düşüncelerinden doğacak olan sonuçtur. Bu şekilde tepeden inme bir hükümden değil işin mutfağından gelen adil çözümler üretilir. Yasa eğer diploma ise içtihatlar tecrübedir. Biz iş insanları biliriz ki diploma tecrübe ile taçlanmadıkça sadece bir kağıttır.