Okura ilk not: İnsan tabiatının birleşerek tarihsel bir zırvalığı nasıl oluşturduğunu ve nasıl devam ettirdiğini, ruhsal terkibini açımlamaya çalışarak yazmayı istiyorum okuduğunuz denemeyle…
Not sonrası: Benim gibi yaşı elliyi aşmış olanlar bilir de, asıl genç olanlara aktarmalı bilmeden yaşadığımız, hatta deli gibi sevindiğimiz olguların nasıl aşağılayan, yok sayan ad ve sıfatlarla yakın zamana kadar ulaştığını. Günümüze varan bahse konu edimlerimiz çehre değiştirse de yaklaşım olarak başka adlarla maskelenmiş olarak sürüyor zaten!
Bizde “adamlık giysi” diye bir şey vardı yakın geçmişte. Babalar bayram için adamlık elbise, ayakkabı alırdı hepimize; eğer bütçe kısıtlıysa yanlız çocuklara. Anneler misafirliğe, güne, yatıya gidilir düşüncesiyle pijama, çorap, gömlek, terlik alırdı. Çoğunlukla ucuz ve sağlam olurdu Sümerbank'ın sattıkları. Satış yerindeki uzun ve bunaltıcı kuyruklara aldırmadan ulak ulak oraya giderdi insanlar.
Yani çok parası yoktu insanların ama her zaman giymesi için temiz pak giysileri dururdu kapısız tahta gardıroplarda. Çünkü adam olmak ailenin tutumunu temiz ve gıcır gıcır yansıtmaktı o günlerde!
Adamdan sayılmak da öyle…
Ne var ki, kadınların üzerine de “adamlıkları” giydirirdik göre göre!
Kadın erkek herkesin yeni giysilerinin ismi “adamlık giysiydi” yani. Yetişkin kadın olmanın gururu, uyurken ütüsü kırışmasın diye upuzun masanın üzerine serilip bayram sabahını bekleyen “adamlığıyla” anlamını bulurdu anlayacağınız. Aslında eril zihniyetin egemenlik alanını nereye kadar genişlettiğine trajikomik binlerce örnekten sadece en çok güldüreni ve düşündüreniydi belki de!
Kadınlar çocuklarına “adamlıklarınızı” temiz tutun.. bayram üç gün çabucak yıkayıp kurutamayız, ne giyersiniz sonra diye kuğurdanırdı.
Adamlık verilmez! Kirlenmez! Eskimezdi!
Adamlık mutluluk, itibar, zenginlik demekti!
Kimse demedi ki yurdumun sıradağlar gibi umut adına birbirine dayanmış, yaşam adına bütünüyle güneşe durmuş, bizatihi ışığın kendisi olmuş,
Derleyen,
Doğuran,
Doyuran
kadınları var bu ülkenin!
Hâlbuki özleyerek hem de içimiz titreyerek beklerdik her zaman el süremediğimiz kıyafetlerimizi giymeyi. “Adamlık” dediğimiz urbaları kadınlara giydirerek adam olunamayacağını, pipisini keserek adam ettiğimizi sandığımız adamlara anlatamadık işte! Meselenin özü bu..
KIZILCIK DEVRİMİ
Çocukluğumun hınzır merakıyla bilirim.. Kış kıyametin ardından, kendini gösterip bayrak kırmızısına dönene kadar, gelinciğin goncası ceviz gibi yeşil, ceviz kadar sert ve çetin kalır.
Açık etmediği, henüz oluşmamış al sırrını görmek adına kaçını ortasından ikiye bölmüşümdür hiç belli değil!
Tepesinde göveren kızılından önce, gövdesini taş sopa ezerek anca açabildiğim tomurcuğunu, onun incecik yapraklarıyla nasıl patlattığına bir türlü akıl sır erdiremezdim! bu bir tansıktı benim için çünkü!
Anlamak, şuncacık çocukluk derdimi bir somutluğa kavuşturmak için asla yeterli değilmiş meğer. Asıl olan ise, anlamın ölümsüz olması adına düşündüğünü kavramasıymış insanın..
Bahusus: Yollar, yıllar ve onlarca yaşlar geçtikten sonra;
Sert kabuğunu vakti geldiğinde patlatan kızılcığın yaprakları benzeri bahar devrimini, yurdumda ve dünyada mutlaka kadınların yapacağını biliyorum bugünlere ulaştığımda.
Şimdi; incecik ve güçlü duygularıyla kalın kalın örülen bütün sakil duvarları ancak kadınların paramparça edeceğini kuşku duymadan anlıyor, zamansız sönümlenen kızıl değişimin başlayacağı bahar devrimini onlardan bekliyorum içtenlikle...