Geçenlerde Galatasaray Başkanı Sayın Mustafa Cengiz bir açıklama yaptı ve dedi ki; “Galatasaray Basketbol Takımı'nın sponsoru yok, çalmadığımız kapı kalmadı ancak kimse destek olmadı.” ...
Sponsorluk konusu çok önemli, özellikle de spor kulüpleri için...
Oyunun gitgide geliştiği ve kadro yapısının maliyetinin arttığı günümüzde sponsor desteği olmadan ilerleyebilmek neredeyse imkansız hale geldi...
Sporun branşı ve lig düzeyine göre ortaya konulan bütçeler akıllara zarar büyüklüklere ulaştı ve bu katkıyı sağlayan firmaların desteği gerçekten çok önemli...
Sayın Mustafa Cengiz'in cümlesinin biraz içine girersek aslında başka noktalara ulaşırız...
Salt kazanmak adına ortaya konulan fanatizm, aslında kurumsal yapıların sponsorluk yaklaşımlarını da etkiliyor diye düşünüyorum...
Bir marka, sponsor olurken bir kulübe destek verirken, aynı zamanda rekabet içerisinde rakip taraftarı da karşınıza almak anlamına geliyor ve özellikle yönetenlerin fanatik duruşu bu karar noktasında çok büyük bir uçurum oluşturuyor...
Bu denge, özellikle kurumsal takımlar için ayrı önemli...
Örneğin Anadolu Efes...
Ürünü bir çok farklı taraftar kullanabiliyor...
Kurumun amacı da öncelikle reklam...
Tabi ki spora katkı sağlamak ve sosyal bir işleyişin içinde olmak da ana temalarında var...
Eğer idareciler, sporcular ve antrenörler sahadaki rekabeti, günlük başarılar için uç noktalara taşırlar ise ortaya çıkan antipati sebebiyle net şekilde marka zarar görür...
Kurum kimliği olmayan sportif mazisi olan spor kulüpleri belli rekabet içerisinde olabilir; bu zaten onların varlığının nedeni...
Örneğin Fenerbahce - Galatasaray rekabeti içerisinde bir çok durum yaşanabilir, kabul edilebilir...
Bu tarafların dönemsel üstünlükleri içerisinde katlanılabilir süreçlerdir...
Ancak ticari alt yapılı spor kulüplerinin ve belli sponsorlar sayesinde mevcudiyetini koruyabilen ekipler özellikle büyük takımlarla ortaya koydukları rekabetin, biraz daha fair playe uygun olması, temelde saygının ön planda kalmasının unutulmadığı bir mücadele sunması gerekmektedir...
İşte bu nedenle Anadolu Efes'in Euroleague maçlarında bir çok farklı formalı taraftarlar var...
Geçen Fenerbahçe Beko ile Pınar Karşıyaka mücadelesi vardı...
Ondan önce yine Fenerbahçe Beko - Darüşşafaka Tekfen mücadelesi gerçekleşti...
Bu iki süreçte de gerek Darüşşafaka koçu ve sporcuları, gerekse Karşıyaka koçu ve sporcuları olayı Fenerbahçe - Galatasaray rekabetinden daha öteye taşıdı...
Nasıl bir gerginlik içindeydiler, hayretler içinde seyrettim...
Hele ki son lig şampiyonluğunu Obradovic'li Fenerbahçe'yi yarı finalde, İvkoviç'li Anadolu Efes'i de finalde yenerek alan, büyük sempati duyduğum ve ailece Şampiyonlar Ligi mücadelesi heyecanla takip ettiğimiz Pınar Karşıyaka'nın takındığı bu tavır beni gerçekten büyük hayal kırıklığına uğrattı...
Hayır, maçları izlemesem diyeceğim ki kesin bir şey oldu...
Fenerbahçe'nin CSKA karşısında düştüğü durumun benzerini yaratmaya çalışan ve sertlik ile Fenerbahçe'yi sindirmeye uğraşan iki takımda şunu hesaba katamadı...
Sahadaki hakem İtalyan Lamonica değildi...
Bizim hakemlerimiz gördüklerini çalınca aslında olması gereken oldu...
Allahım hakem yorumlarına nasıl tepkiler...
Kararlara karşı çıkmak, bir top kaybına oyundan atılacak şiddette itiraz etmek, devamında maç sonu Pınar Karşıyaka Başkanı'nın koca Fenerbahçe camiasını ve Türkiye Basketbol Federasyonunu zan altında bırakacak açıklamalar yapması, şaka gibi gerçekten...
Hayır, bugün Fenerbahçe dediğiniz camia milyonlar...
İçinde Darüşşafaka'ya bağış yapanı var, Pınar süt içeni var; yahu daha yeni Acun Ilıcalı Fenerbahçe'yi Mesut Özil transferinde destekledi diye Galatasaray taraftarı TV8'i boykot etti...
Hayır, şu demek değil: Kulüpler hakkını aramasın mı? Arasınlar tabii ki ama haklı olarak arasınlar...
Fenerbahçe ile Darüşşafaka arasındaki ilk maçın ilk periyodunda Doğuş Özdemiroğlu bir pozisyonda Vesely'nin sakatlandığı ayağını yere düştüğünde makasa aldı; bu insanlığa sığar mı? Neden bu nefret?...
Ticari kimlikli takımların kendilerini kulüp rekabetinin içine dahil ederken daha dikkatli olmaları gerekiyor...
Eğer kontrolü kaybederler ise markalarını zarar görecekleri bir noktaya ulaştırırlar...
Kurumsal yapı destekli takımlar misyonlarından sapmamalı. Zaten kulüp takımlarının arasında yaşanan fanatizmden bıktık, bir de bu herkesin ortak sevgilisi olan, futbola bulaşmamış kurum kulüplerimizi kendini bilmez sporcu, antrenör ve idareciler yüzünden kaybetmeyelim...
Bu yazıyı seri 1-1 iken yazıyorum sonuç ne olursa olsun bu görüşüm değişmeyecek...
Karşıyaka koçu ve başkanına, başarılarının devamını diliyorum...
Umarım takımlarını ve sponsorlarını bu şuur ile elde tutabilirler...
Çünkü ortaya koydukları ve rekabet sandıkları stres isimlerini tamamlayan markalara zarar verir...
Son olarak Sevgili Ufuk Sarıca'nın 1-1 den sonra “Hâlâ favori Fenerbahçe” diyerek günah çıkarmasını da asla kabul etmiyorum, yemezler...
Basketbol veya futbol ya da başka bir spor...
Aklımızdan çıkartmamamız gereken şu ki sürekli artan fanatizm ortamı finansal anlamda kulüplere büyük zararlar vermektedir...
Sponsorları böylesi kaos ortamına çekebilmek mümkün değil...
Akılda Kalan:
“En son umutlar ölür. Umut etmeye ve inanmaya devam etmeliyiz.”
Zeljko Obradovic