Ağustos ayının on biri, günlerden çarşamba... Sıcaklık 39 derece, klima para etmiyor... Gömlek ve pantolon üzerime yapıştı... Ne aradığımı bilmeden radyo kanalları arasında geziyorum... Şarkılar, anonslar, hatta vurgular bile aynı... Sıkıcı!
Aslında sohbet eden birilerini dinlemeye ihtiyacım var...
Soru cevap şeklinde değil ama daha farklı...
Biri anlatsın, ses arabanın içini doldursun, sıcağı unuttursun istiyorum...
Yolun sağ tarafındaki kireçle beyaza boyanmış küçük çeşmeyi fark edince duruyorum...
Zincirle bağlanmış metal, yamuk bir maşrapa var...
Önce yüzümü yıkıyor, kesmeyince çocukluğumda yaptığım gibi kafamı soğuk suyun altına sokuyorum...
Çeşmenin arka tarafında, gürültü çıkmasın diye parmak uçlarında akan, neredeyse kurumaya yüz tutmuş, ince dereyi görünce, gülümsüyor...
Ayakkabı ve çoraplarımı çıkartıp, pantolonun paçalarını sıvadıktan sonra, kenardaki ağaç kütüklerinden birinin üzerine oturup, ayaklarımı derenin içine sokuyorum...
Parmaklarım kocaman görünüyor...
Derenin karşı tarafında ucu, bucağı görünmeyen bir gündöndü tarlası var...
Sıcak, ayçiçeklerini küstürmüş, başlarını öne düşürmüş...
Ağaçlar, dallar hareketsiz...
Ova sessiz...
&&&
Beyaz bir çift kelebek geçiyor önümden...
Sahi ömürleri bir gün mü?
Ömür dediğin bir gün, o da bu gün yani...
&&&
Ne kadar baştan çıkartıcı değil mi?
Ömür dediğin bir gün o da bugün...( Düşünün bak!)
Ne yaparsan yap, yanına kardır!
Kelebekler durumun farkında mı acaba?
Öleceksiniz oğlum! Cilveleşmeyi kısa tutun, ne yapacaksanız, elinizi çabuk tutun...
&&&
Trakya’daki bir kelebeğin kanat çırpması, Avrupa’da fırtına kopmasına sebep olabilir!