80 li, 90 lı yıllar...
Silivri muhakkak ki bugün her şeye ulaşılabilen bir yer oldu ancak o dönemin sıcaklığı, masumiyeti, samimiyeti de azaldı gibi...
Düşünüyorum; sahilin bir ucundan bir ucuna 1 saatte ancak yürüyebildiğimiz, ayak üstü selamlaşmalar, sohbetler ile o iki yüz metrelik sahili bir akşamda ancak iki tur dönebildiğimiz dönemlerdi o zamanlar...
Tahta masa ve sandalyeli çay bahçelerinde yerler çekirdek kabukları ile dolu, garsonların çay yetiştiremediği için sürekli fırça yediği dönemler...
Koca Silivri, üç ilkokul, bir ortaokul, bir lise, bir de kız meslek lisesi...
E doğal olarak herkes aynı ortaokul aynı lise olunca otomatik olarak herkes okul arkadaşı...
Kışın okulda birliktesin, yazın kumsalda, akşam sahilde...
Her anı bir arada olurdu o dönemin gençliğinin...
Ben Hasan Özvarnalı İlkokulunun ilk 5 yıllık mezunlarındanım, sene 1987, devamında Silivri Ortaokulu ve Silivri Lisesi...
İlkokulda en büyük eğlencemiz öğle arasında Erseven Sitesinin önündeki sahilde çekilen denizdeki adacıklarda oyun oynamaktı. Bir gün öylesi dalmışız ki oynamaya (Ben, Bora Sezen, Cenk, Ertuğrul Akbulut) denizin yükseldiğinin farkına varmamışız bir baktık ki denizin neredeyse ortasında mahsur kalmışız, Fikret Hoca gelip almıştı bizi denizden…
Çoğumuz ortaokulda, lisede aynı öğretmenlerden öğrendik hayatı, okul bahçesindeki sınıf maçları hep çekişmeye sahne olurdu ama sonunda dostluk kazanırdı, hoş İsmail Dikici hocamızın odasında da son bulmuş maçlarımız yok değildi...
Okulda koridorun başından Mehmet Özkan hocamın sesi duyulduğunda sınıfın en arka sırasındaki öğrencinin kravatını düzelttiği yıllardan bahsediyorum...
Burgercinin lise bahçesindeki küçük camından hamburger almak için birbirini ezen, kantinin o sıcak ve hamur peynirli poğaçası ile karnını doyurmuş nesiliz biz...
Mesela yaşı bana yakın olanların çoğunun ilk yemek randevuları ya Oma's Pizza ya Osman Abinin köfteci arabası olurdu, sahilde mesafeli şekilde yan yana yürürken dalga kırana dönüldüğünde
Oma's pizza demişken kimse kusura bakmasın, Silivri Lisesinde okuyup da Oma's'ta margarita pizza yemeyen kendisini Silivri Liseli saymasın...
Yazları şimdiki New Center AVM nim olduğu yerdeki eski çarşıdan balık kokuları içinde geçerek sahile inmek ve tabii ki Zümrüt'ten dondurma, o dönemin önemli faaliyetleriydi bizler için...
Sahilde seyyar arabalarda satılan ve ölçüsü çay bardağı olan o kavrulmuş çekirdekteki lezzet en iyi markalarda olmadı hiçbir zaman. Düşünün, çekirdek istiyorsun, “Kaç bardak?” diye soruyor satan abla…
AVM yoktu, bizim için her yer AVM idi...
Köylerde panayırlar olurdu, sonra Yoğurt Festivali zamanları, kasa kasa yoğurtları dağıtırken kaç kere linç ediliyordum, valla hatırlamıyorum...
Ulusal bayramlar en önemli günlerdi her zaman, okullar bando takımları eşliğinde soğukmuş yağmurmuş hiç fark etmez Atatürk Meydanı'nda toplanırdı, ben Hasan Özvarnalı Bando Takımını Majörü idim, hani o önde giden, aşağı yukarı sopa sallayan… Bütün Silivri yollara dökülmüş bizleri alkışlıyor, bizi görseniz her birimiz ayrı başbakanız sanki, öylesi havalıyız...
Her evde Caner Abi'nin doldurduğu kasetler çalardı, öyle “O da bir şey, mi alt tarafı kaset.” demeyin sakın, bir hafta sıra beklerdiniz yapılması için araya torpil koyanlar oldu öne geçmek için...
Bak en keyiflisi otopark derdi yoktu o vakit, nerede istersen durabiliyordun...
O dönem Silivri gençliğinin yarısı nur içinde yatsın Necati Öney hocamızın Silivrispor altyapı antrenmanların da olurdu...
Salı-perşembe 14.00–16.00, nedir bu? Antrenman saati neredeyse 10 sene aynı gün ve saatte...
O beton olmuş toprak zeminde dizlerimizi kalçalarımızı kanata kanata yaptığımız çalışmalarda nasıl eğlenirdik! Bu arada düz koşularda Necati Hocam bakmadığı zamanlarda tüm takım yarı sahadan dönüp hocaya “Tamam, turu tamamladık.” yalanını da tam kadro söylerdik...
Hocamız sanki bilmiyordu yaptığımızı, hep 10 tur yerine 20 tur koşturması bu yüzdendi diye düşünüyorum...
Maç günü sabah evden çıkar kulübün şimdiki sahilde olan binasının önünde toplanırdık, bir otobüse doluşur İstanbul'un bir ucundan bir ucuna maça giderdik...
Kimler yoktu ki o otobüste: Zafer Sarıbaşak, Zafer Maşalacı, Yetkin Karakaş, Adem, Uğur, Selim, Salim, Ersoy, Şevki, Göksel, Alper, Taner, ohoooo say say bitmez...
Tüm keyfimiz devre arasında yediğimiz limon ve maç sonu sahanın etrafında satılan için de iki köfte 2 avuç soğanın olduğu köfte ekmek-ayran...
Akşam bazen 7–8 olurdu eve varmak, kimse merak etmezdi...
Hiçbirimizde telefon yoktu ki. Şimdi düşünüyorum, aslında biz ne kadar da özgürmüşüz şimdi ki nesillere göre...
1980'li yılların en büyük iki olayından biri İstanbul'a telefon etmekti, diğeri ise İstanbul'a otobüs ile gitmek...
Sabah yazdırırdık telefonu, otur bekle ne zaman bağlanır ise artık...
Karnemi almışım dedemlere haber vereceğim, nasıl bir heyecan o? Saatlerce telefon bağlanacak diye oturmak telefonun yanında...
Otobüs yolculuğu ayrı bir film, bir otobüs düşünün; ön koltukları sigara içilmeyen bölüm diye satılıyor, yarıdan sonrası sigara içilebilir, dumanda bunun farkında, gelmiyor ön tarafa...
Sadece E5 var o zamanlar o da tek gidiş tek geliş...
Allah'ım git git bitmiyor, bazı zamanlar 3-4 saat, şaka değil...
Zamanla yollar genişledi, TEM yapıldı da rahatladık...
Bir de üniversite yolculuklarımız vardı 90'lı yıllarda, sabah 06.30 ekspres otobüsü ile yıllarca aynı ekip akraba olduk İstanbul yolculuklarında. Ne evlilikler çıkmıştır o otobüste emin olun...
Belediye sinemamız vardı mesela, E.T.'yi orada seyretmiştim...
Klasis Otel dönemi vardı, Silivri'nin yükselme dönemi, sokaklar sıfır ve modifiye Şahin, Doğan ve Tipo cennetiydi o vakit, özellikle kumarhanenin serbest olduğu dönem orada çalışanlar yılda bir araba yenilerdi, mağazalar çeşit yetiştiremezdi...
Kültür evimiz vardı, ama ne kültür evi...
Silivri'nin entelektüel sohbet merkeziydi, ülkeyi bırakın dünyayı kurtarırdık oradaki sohbetlerde...
Her akşam gece yarılarına kadar orada olurduk, nasıl eğlenirdik, tiyatrolar hazırladık, hem de 3 perdelik, kaç akşam kapalı gişe oynadık Belediye Sineması sahnesinde...
Ve tabi ki kendi adıma Marmara FM günleri, yıllarca program yaptım. Özkan Abi ile, Dilek ile, Taner Abi ile sabahlara kadar susmayan telefonlar, istek programları… Silivri uyumazdı çoğu akşam, radyo başında sabahlardı...
“Alakaya Maydanoz”, benim programımın adı...
Biraz dilini tutamayanlardan olmam ve o zamanlar bipleme olmadığından az dert açmıyor değildim radyonun başına...
Hem kızarlardı hem de dinlerlerdi, o şekil yani...
Biliyorum ki bu yazıyı okuyan çoğu kişi kendi anılarını da bulacak burada...
Bugün düşünüyorum, benim jenerasyonum Silivri'nin en güzel ve samimi yıllarına şahitlik etti sanki, ya da kim bilir belki de bana öyle geliyordur...