Çiçeklenmiş, bahara hazırlanmış yalnız bir ahlat ağacının gövdesine sırtımı verip oturuyorum, gözlerim kim bilir kime, niye kızmış darılmış da denize bitişik küçücük dört duvar arasında insandan uzak yaşamayı seçmiş ademoğlunda...
Barakanın önüne yaptığı sundurma bozmasının gölgesinde eski bir gazetenin üzerine eğilmiş, elinde kalem bulmaca çözüyor besbelli, arada aklına ne geliyorsa artık gülümsüyor arada maviliğe sabitliyor gözlerini dalıyor, nerelere gidiyorsa dönmesi uzun sürmüyor.
Öyle dökük, öyle viran, öyle vazgeçmiş...
Bir kefal atlıyor, bir yarasa geçiyor burnumun dibinden, bir baykuş ötüyor ormanın içinde,bir balıkçı teknesi yanaşıyor dalyana, bir köpek kıvrılıyor barakanın kuytusuna, yaşlı bir karga konuyor üzerimdeki dala, perdeler çekiliyor, köyün sırt sırta vermiş, kiremitleri yosuna kesmiş evlerinin sarı ışıkları yanmaya başlıyor, babalar evlere dönüyordur şimdi, sofra bezleri serilmiş, siniler donanmıştır, ille de kuru fasulye pişmiştir, yanına lahana turşusu konmuştur kütür kütür, ellerini yıkamamıştır çocuklar, baba kahveye, anne komşuya geçecektir yemekten sonra...
Gece, üşümesin diye üzerini örtüyor ahlat ağacının.
Sessizlik başlıyor... Ademoğlu bağırıyor uzaktan; "gel de iki lafın belini kıralım!" Duymazdan geliyorum.
Karanlığı dinliyor, ahlat ağacının köklerini hissetmeye çalışıyorum oysa, derme çatma yuvasında yumurtalarının üzerine yatan kumruda aklım..."Kumrunun güleni olur" diye okumuştum bir kitapta da inanmamıştım sonra Antalya'da Kaleiçi'nde bir otelde sabahın kör vakti uyanınca portakal çiçeklerinin arasında tanışmıştım kumrunun güleniyle, uyku tutmayınca vurmuştum kendimi dar sokaklara, küf kokusu, yaşanmışlık kokusu en çok da portakal çiçeği kokusu...
İçimin geçtiği, çayımın soğuduğu bir gündü. Denizi tepeden gören bir kır kahvesinde çayımı içemeden uyuya kalmıştım da garson hanidiyse şimdiye kadar uyuduğum en güzel uykudan dürterek uyandırmıştı; "çayın soğuyacak ağabey..."
Önce kumru sonra ahlat ağacı uyuyunca, vedalaşmadan ayrıldık.
İki lafın belini kırdık Ademoğlu'yla...
Her adama bir ahlat ağacı
Her adama bir liman
Her adama bir baraka lazım...
Artık gölgesine mi oturursun, sığınır, saklanır mısın , sana kalmış...