Akıllı telefonumun ekranını yukardan aşağıya doğru kaydırıyorum; alt alta dizilmiş yedi-sekiz yazı grubu, “Lütfen beni tercih et!” der gibi, ısrarla gözümün içine bakıyor.
En üstteki satırda, Optimizer başlığı altında “ %10 depolama alanından daha az kaldı” diye yazıyor. Cümlenin sonuna nokta koymayı bile unutmamış sevgili Android! Koyu renkle yazılmış başlığın altında ise gri renkle yazılmış başka bir uyarı notu var: “Bazı özellikler kullanılamayabilir, tüm işlevlerin geri yüklenebilmesi için biraz yer açın.” Uzun zamandır olduğu yerde duruyor bu ekran uyarısı. Göndermeye çalışıyorum ama öyle inatçı ki yerinden kıpırdamıyor haspa.
Onun bir altında “WatsApp. 3 sohbetten 5 mesaj. 10 dk önce” başlığını görüyorum. Altında kimlerin gönderdiğine dair kısa bilgi yazısı var…
Sonraki başlıkta ise, “mavi, özgür kuşumuz” var. Dedikoducu diyeceğim ama alınır da bir daha uğramaz diye söylemeye korkuyorum. Fikrini önemsediğim birkaç kişinin neler paylaştıklarını kimden öğrenirim sonra. (Bu yazı yazıldığında Elon Musk tarafından boğazlanmamıştı henüz Twitter, cıvıl cıvıl ve sempatik görünüyordu gözüme.)
Hemen alttaki başlıkta “E- posta” yazıyor. Sol yanında “mavi mektup” simgesi var. Takip ettiğim bir yabancı heykeltıraştan bahseden mail var, Pinterest göndermiş...
Ekranın altlarına doğru baktığımda sondan üçüncü başlık “Vodafone yanımda” dan geliyor, en ilgi çekici olanı da bu. Son günlerde sık sık ziyaret ediyor beni, “dijital asistanım.” Çok seviyor (!) olmalı beni ki, şöyle diyor: Selam Hikmet Ufuk, ben dijital asistanınız TOBİ… Devamını görmek için merakla ilk kez üzerine tıklıyorum ve karşıma “Kırmızı Başlıklı Çocuk” çıkıyor. Başlığının alın kısmında tabi ki Vodafone logosu var. Bana gülümseyen TOBİ' ye, aynı gülümsemeyle karşılık veriyorum ben de.
Sondan bir önceki başlık ise yine “Pinterest” ten… Beni “kırmızı kalp” simgesiyle tavlamak istiyor. Günde birkaç kez deniyor bu numarayı ama artık yutmuyorum. “Ufuk, bu fikirler tam sana göre” dedikten sonra, (nereden biliyorsun kardeşim? diye sinirlenip sorma ihtimalime karşılık da) hemen açıklama yapıyor: “Beğeninize dayalı fikirler.”
Çok akıllıca değil mi sizde de? Söyleyecek söz bulamıyorum.
Her şeyi öyle ince düşünüyorlar ki, pes doğrusu, diyorum içimden.
Ekranın en altından ise emektar Google el sallıyor, yüzü biraz yorgun gibi sanki. Hava durumunu bildiriyor her gün, hiç bıkmadan… “Silivri: 8'. 35 dk önce” yazıyor. Yazımı tamamlamak üzereyken ekrana son bir kez baktığımda Google'ın karar değiştirmiş olduğunu görüyorum: “Silivri : 9'. Az önce” cümlesini okuduğumda elimde olmadan gülümsüyorum. Google ile vedalaşırken, bu kez elimi aşağıdan yukarı doğru kaydırarak telefonumun ekranıyla da vedalaşıyorum.
Son zamanlarda akıllı telefonların yaptığını “hayat” doğduğumuz ilk günden itibaren yapıyor bize, farkında mısınız? Yaşamımızda, karşımıza çıkan onlarca, yüzlerce hatta binlerce seçeneğin, akıllı telefonların bize sunduklarından, ısrarla gözümüze soktuklarından pek farkı yok aslında; her iki durumda da “ayartılmaya” çalışılıyoruz. Belki de hayat, önümüze çıkardığı seçenekler konusunda telefon kadar akıllı bile değil. Hadi itiraf edin, sizin de öyle düşündüğünüz olmuyor mu bazen? Hiç olmazsa akıllı telefonlar ilgi alanlarımıza göre seçenekler çıkarıyor karşımıza renkli ve göz alıcı ekranlarında. Oysa hayat öyle mi? Nasıl bir insan olduğumuza bakmadan, o anda elinde ne varsa onu koyuveriyor önümüze. Bir anlamda, “Yaşam menüsü” ndeki listeden “tesadüfi ve anlık” seçimlere bağlı yaşamımız. Belki de kader denilen şey bundan ibaret. Yaşamımızda karşımıza çıkan durumların, seçimlerin toplamı “bizim kaderimiz” oluyor.
Çoğu zaman, “Tesadüfen yaşıyoruz kardeşim, tesadüfen!” demiyor muyuz?
Kendimizi hayatın akışına kaptırıp, bizi nereye sürüklerse oraya götürdüğünde, “İnceldiği yerden kopsun!” diyerek, oluruna bırakmıyor muyuz?..
Sonra, hoş bir karşılaşma ile dizlerimizin bağı çözüldüğünde, “Aşk tesadüfleri sever!” diyerek daha bir sıkı sarılmıyor muyuz hayata, bambaşka bir gözle bakmıyor muyuz yaşama?...
Küçük bir tesadüf belki de hayatımızı tümüyle değiştirmeye yetiyor. Akıllı telefonun ekranında beliren “yol tarifi” nde olduğu gibi, rotamız değişiveriyor anında. O andan itibaren gideceğimiz yere farklı yollardan geçip gidiyoruz. Uğradığımız duraklar, mola verdiğimiz yerler, yediğimiz içtiğimiz şeylerden aldığımız tad değişiyor yalnızca. Varacağımız yerde bir değişiklik yok aslında, bunu hepimiz biliyoruz. Bilmediğimiz -ve belki de, kabul etmekten kaçındığımız- şey, karar mekanizmasının yüzde yüz bize bağlı olmadığı; komuta merkezinde kimin olduğuna dair hepimizin farklı düşünceleri var. Olmalı da zaten… Bence en önemlisi, nefes aldığımız sürece dünyamız -yani evimiz- için gösterdiğimiz çaba, inandığımız doğru yaşam için verdiğimiz emek, tabi ki yaşamı sevmek. Gerisi boş, gerisi hikaye.