Şarap, bira ve diğer alkollü içeceklerin kullanımı binlerce yıl gerilere dayanır. Alkol, kararıyla alındığında, pek çok insan için hoş bir etkiye sahiptir ve engellenmeyi azaltan özellikleri nedeniyle “sosyal rahatlatıcı” olarak görülür. Konuşma daha kolaylaşır, kişinin günlük üzüntülerinin önemi azalır ve hayat, ara sıra içen birey için daha hoş görünür. Bu yüzden ara sıra içen yetişkinlerin çoğu için içki olumlu bir etkiye sahiptir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) alkolizmi şu şekilde tanımlar: “Alkolizm, alkollü içeceklerin beslenme kurallarına ve toplumdaki sosyal kullanıma göre aşırı olarak ve içicinin sağlığına veya sosyal ve ekonomik işlevselliğine zarar verecek kadar durmadan tüketimi ile kendini gösteren kronik bir davranışsal bozukluktur.” Sorunlar, kişi bağımlı olmasa bile düzenli olarak içki içmeye başladığında başlar. Alkol gibi uyuşturucu maddelerin sarhoş edici özellikleri duyumlarımızın donuklaşmasına, düşüncelerimizin yavaşlamasına ve karşılaştığımız problemlerle yüzleşmedeki sorumluluktan kaçınmamıza neden olur. Dolayısıyla bir uyuşturucu maddeye duyulan ihtiyacın altında psikolojik nedenler yatmaktadır. İçki içmek, bir çözüm arama ya da uyum süreci sonucunda ortaya çıkmış bir başa çıkma stratejisi ve hak olarak görülmektedir. Burada kontrol mekanizması, öz iradenin gücü devreye girer. Bir kişi içki içmeyle ilgili isteğini kontrol edemiyorsa bu kişisel gücün, egonun ve irade eksikliğini gösterir. Bu durumun farkında olan bireyler utanç duygusunu yenemeyip alkolik olduklarını inkar etme çabasına girerler. Böylece ciddi bir savunma mekanizması içerisine girip şiddete de daha eğilimli hale gelirler.
Bağımlılığı olan kişi amaçladığından daha uzun sürelerde veya daha fazla alkol alır, bırakmaya yönelik başarısız girişimlerde bulunur, maddeyi elde etmek için çok zaman harcar ve iş, okul veya evdeki sorumluluklarını yerine getirmesi beklendiğinde genellikle sarhoş olur. Davranışları nedeniyle yasal sorunlar yaşarlar, temel toplumsal ve mesleki sorumluluklarını yerine getirmede başarısızdırlar. İnkar mekanizmaları öylesine güçlüdür ki alkolik olmayı bir problem olarak bile görmezler. İstedikleri zaman bırakabileceklerini, alkolü sadece bir rahatlama şekli olarak gördüklerini söylerler.
Alkolizmin daha şiddetli görülmesinde çok sayıda risk faktörünün olması, erken yaşlarda içki içmeye başlanması, alkol dışındaki uyuşturucu maddelerin kullanımı, yetersiz psikolojik beceriler ve gelişim, içinde bulunduğu ortamın içki içmeye karşı hoşgörülü olması, psikiyatrik sorunların varlığı gibi durumlar oldukça etkilidir.
Bağımlılık oldukça ciddi bir konudur. Kişi onu elde etmek için can atar; bırakmaya çalışıp da elde etme ve kullanma arzusundan vazgeçemeyip tekrar başladığında bağımlılık da artmış olur. Uzun süreli alkol kullanımın fizyolojik etkileri de büyüktür. Kalbe, salgı bezlerine, hipertansiyona, dolaşım sistemine ciddi zararları vardır. Karaciğer sirozu, aşırı içki içmenin bir sonucudur ve ölüm nedenleri arasında yer alır.
Peki aileler bu konuda neler yapabilir? Öncelikle sen “bağımlısın” gibi ifadelerle tanı koymak, doktor rolü üstlenmek yanlıştır. Alkol kullanımı ile ilgili yaşanan olumsuzlukların çevresini, ailesini nasıl etkilediği anlatılarak kişi ikna edilmeye çalışılabilir. Sağlık sorunları yaşayanlarda, eğer doktora gidilmişse, bu sağlık sorununun alkol ile ilişkisi sorgulanabilir. Aile tarafından kişinin alkolizm tedavisini kabul etmeyeceği düşünülüyorsa, alkolizm tedavisi için olmasa bile kişinin çok para harcaması, işiyle ilgili düzensizlikleri, yakınlarına agresif davranması gibi uygunsuz bazı hareketleri kendisine hatırlatılarak bu konuda danışmanlık alması önerilebilir. Ailenin, eşin ve yakınların tavırları alkolizmi olan kişinin iyileşmesinde önemli bir etkendir. Onlar değiştikçe, alkolizmi olan kişi de değişir, tedavinin başarı şansı artar.