Yürürlükte olan anayasamız “Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda” diye başlar. “Topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde, HUZURLU BİR HAYAT TALEBİNE HAKLARI BULUNDUĞU; FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere. TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur “ ifadesinin ardından ise anayasa maddeleri sıralanır. Anayasanın sunuluşundaki ruh beni her zaman etkilemiştir. Özellikle “huzurlu bir hayat talebinde bulunma hakkı” son yıllarda hepimizin ihtiyacıdır. Nedense çoğu kişi tarafından bilinmez ve sadece maddeler üzerinden tartışmalar sürer gider.
Meslektaşlarımın çoğunun “Tüm kanunları ezberliyor musunuz?” sorusu ile karşı karşıya kaldığına eminim. Oysaki hukuk fakültelerinde ezberden çok yukarıda ifade ettiğim ruh ve mantık öğretilmeye çalışılır. O yüzden anayasanın kelime anlamı “Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa” olarak basitleştirilse de biz hukukçular anayasanın ruhu olan anayasal ilkeleri daha çok kullanırız. Bu ilkeler sadece hukukçular tarafından değil tüm vatandaşlar tarafından hem bilinmeli hem de benimsenmelidir. Çünkü her bir ilke dünya ve ülke demokrasilerindeki ihtiyaçlara göre kabul edilmiştir.
Son dönemde gündeme gelen anayasa değişikliği söylemleri ne kadar gerçekleşir bilinmez ama geçmişe bakıldığında her anayasa değişikliğinin büyük toplumsal olaylardan sonra ve dipten gelen ihtiyaca göre yapıldığı görülmektedir. Türkiye'nin ilk anayasası olan 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yasama, yürütme ve yargı gücü TBMM'dedir. Savaş zamanında bu anayasanın varlığından çok istifade edilmiştir. Kurtuluş savaşından sonra 1924 anayasası ile güçler birliği devam etmiş, 1961 anayasası ile ise parlamento ve senato olmak üzere iki meclisli sisteme geçilmiştir. Bu anayasanın getirdiği en büyük yenilik kuvvetler ayrılığına geçilmesi olmuştur. Yine anayasa mahkemesi bu anayasa ile kurulmuş, temel haklar genişletilerek sosyal devlet ilkesi benimsenmiştir. Darbe sonucu kabul edilen 1982 anayasası ile Cumhuriyet Senatosu kaldırılmış tek meclisli sisteme geçilerek Cumhurbaşkanı'na verilen geniş yetkilerle devlet otoritesi ağırlık kazanmıştır. Sonraki dönemlerde ise Avrupa Birliğine uyum sebebi ile birçok kez değişiklik yapılan anayasada en son 2010 referandumu ile HSYK' nın yapısı değişmiş, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı getirilmiştir.
Görüldüğü üzere ülkemizdeki tüm anayasa değişiklikleri ya bir savaşın başında ya sonunda ya da toplumsal infialler sonrasında olmuşken barış döneminde gündeme gelen anayasa değişikliğinde genel toplumsal mutabakat sağlanması ve demokrasinin ihtiyaçlarının belirlenmesi önemlidir. Bunun için tüm sivil toplum örgütleri ile uzun müzakerelerden kaçınılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki küçük bir zümrenin ihtiyaçlarına yönelik temel yasalarda değişiklik yapma niyeti gerçek sorunların çözülmesi fırsatının kaçmasına sebep olabilir.