Klasik Batı müziğinin en önemli isimlerinden Salieri ve Mozart'ı bilmeyen yoktur... Aramızda yine kimse yoktur ki Mozart'ın sihirli namelerini duymamış olsun. Türk Marşını dinlememiş olsun. Salieri belki biraz daha az tanınıyor. Bu iki bestekar aynı çağda yaşamıştır. Salieri bir saray müzisyenidir. Müzik tarihinde Mozart'a çeşitli komplolar kurduğu, Mozart'ı çekemediği, hem onun gibi olmak istediği ve olamadığı; saraydan Mozart'ın ayağının kaydırılmasında Salieri'nin parmağı olduğu hemen hemen herkesçe söylenir. Salieri, Mozart'ı zehirlediğini bile itiraf etmiştir ve yine Salieri'nin hayatının sonuna doğru aklını yitirmiştir. Ömrünün son günlerini bir akıl hastanesinde geçiren Salieri; önemli bir bestekardır ama belki de en büyük talihsizliği Mozart'la aynı çağda yaşamak olmuştur. Mozart'ın ne büyük bir deha olduğunu bilerek ama asla ona erişemeyerek; müzik bakımından onu en iyi anlayan kişi olmak ve asla o olamamak...
4 Oscar kazanmış ünlü Amedeus filminde bu iki bestekarın hayatlarına çok estetik bir yaklaşım görürsünüz. Salieri'ye ait trajik duygular... Kıskançlık, haset, çekememezlik... Bu sözcükler birbirlerine yakın anlamlı da olsa az da olsa farkları var. Bu sözcüklerin en belirgin ortak noktaları insana yakışmayan duyguları karşılıyor olmaları... Belki de bütün dinlerde, bütün öğretilerde yasaklanan bu duygular; dünyayı çekilmez kılmıyor mu? Bu duyguları taşıyan insanların ihtirasları yüzünden dünya yaşanmaz hale gelmiyor mu?
W. Shakespeare'in ünlü eseri III. Richard, Macbeth, Hamlet... İnsana dair en kötü hislerden biri olan kıskançlık temasına yer verir. İnsan neden kıskanır? Neden güzele güzel diyemez? Deseydi belki de bu Batı Trajedilerinin büyük çoğunluğu yazılmamış olurdu. Kıskançlık çok tehlikeli bir hastalıktır ve başarısızlık insanı kıskanç yapar. Başkalarının başarılarını küçük göstermek, sanki bir başarı değilmiş gibi yapmak...
Orhan Asena Türk tiyatrosunun en önemli trajedilerinden birini kaleme almış bir yazar. Hepiniz hatırladınız biliyorum: “Hürrem Sultan” oyununu. Oyun Hürrem Sultan'ın “Korkuyorum.” sözüyle başlar ve yine onun “Korkuyorum.” sözüyle biter. Orhan Asena adeta kıskançlıkla korku arasında derin ve estetik bir ilişki kurar.
Salieri de, III. Richard da, Hürrem Sultan da aslında teferruat, yani bu kişiler belki de hiç kıskanç değillerdi. Belki de bunlar yazarın muhayyilesinden dökülen edebiyat cilveleri... Ama kıskançlık, haset ve dedikodu edebiyat âleminin estetik dokunuşlarından uzakta, gerçek hayatın tam ortasında, donuk, katı, suyu çekilmiş gibi öylece duruyor. Modern insana hiç yakışmıyor. İnsan kendi ivmesi ile gelişmeli, geliştirmeli; boş boş oturup başka insanları çekiştirmemeli. Cenap Şehabettin'in çok güzel bir sözü vardır: “Kafalar Boş durdukça kalınlaşır.” o zaman o zihinler, kafalar hiç boş kalmamalı. Edebiyat güzelliği ile ruh doyurulmalı; beyin de ilimle bilimle uğraşmalıdır. Zihni ve gönlü boş insan ziyandadır. Zihninizi işlerinize fark katmak için meşgul edin. Douglas MALLOCH o meşhur ve klasikleşmiş şiiri ile bitirelim:
Dağ tepesinde bir çam olamazsan,
Vadide bir çalı ol.
Fakat oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.
Çalı olamazsan bir ot parçası ol, bir yola neşe ver.
Bir misk çiçeği olmazsan bir saz ol.
Fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.
Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya mecburuz.
Dünyada hepimiz için bir şey var.
Yapılacak büyük işler, küçük işler var.
Yapacağınız iş, size en yakın olan iştir.
Cadde olamazsan patika ol.
Güneş olamazsan yıldız ol.
Kazanmak yahut kaybetmek ölçü ile değildir.
Sen her neysen, onun en iyisi olmalısın.
Güzel duygularla kalalım.
Hoşça Kalın.