Bir evvelki yazımda belirttiğim gibi "Kıyamet Alametleri”nin bütünleyici olarak yurt içi ve yurt dışında yaşayan üç dört mehdimiz var. Ben bu gün sizlere ilçemize isabet edeninden söz etmek istiyorum. Yirmi sene evvel çok kısa bir süre tanımak şansızlığına uğradığım ve bu güne kadar içimde "UKTE” gibi kalan bu şahıs hakkındaki görüşlerimi ve yaşadıklarımı şimdi sizlerle paylaşmak ve biraz rahatlamak istiyorum. Sene 1991 Ocak ayının 19.’da telefonum çalıyor. Ve de 30 kusur senedir başkanlığını yaptığım Sanatçılar ve Sanatseverler Derneği’in onursal üyelerinden rahmetli ses sanatçımız Safiye Ayla ile aramızda şöyle bir görüşme başlıyor; Lerzancığım ben Safiye... hemen toparlan seni evden iki genç eleman gelip alacak. Bir saat sonra Sherroton otelinde Bilim Araştırma Vakfı tarafından bana ve ünlü tarihçimiz Cemal Kutay’a plaket verilecek. Seni getirecek olan çocuklar da bu vakfın üyelerinden... Ayrıca, senin arşiven zengindir, gelirken Atatürk’le ilgili dokümanlardan ne varsa getir.
-Tabi Safiye hanım siz benim sadece onursal üyem değil, çok özel bir dostumuzsunuz. Cemal Kutay da üyemizdir ve çok sevdiğim saydığım bir dostumdur. Şu aralar biraz keyifsizim ama mutlaka gelirim.
-Lerzan, toplantıya Atatürk’ün Ülküsü de gelecek. Eğer daha evvel tanışmadıysan hem onunla hem de vakıf başkanı ile seni tanıştırırım.
Kapımın zili söylenen saatte çaldı ve çok şık giyinmiş bir kı ve beraberinde bir erkek genç vakıf üyesi son derece saygılı bir şekilde kendilerini tanıtıp beni özel araçları ile otele götürdüler. Toplantı, salona oturacağım yer Safiye Ayla’nın yanı olmak üzere en önde ayrılmış ve hatta rahmetli tarihçimiz Cemal Kutay ile de yan yana oturmamız sağlanmıştı. Atatürk’ün Ülkü’sü ileayak üstü tanıştırıldıktan sonra yerime otururken gözlerim ön iki sıraya takıldığında hemen hemen tüm köşe yazarlarının, askeri ve sivil önemli isimlerin törene katılacaklarını gördüm. Hatta; teker teker kalkıp vakfın ülkemiz insanlarına verdiği değerden ve de vakfın Atatürkçü düşüncelerinden dolayıbu törene katıldıklarını, genç üyelerinin ilerisi için çok şeyler vaat ettikleri konusunda birleştiklerini söylediler... Tören esnasında salonda bulunmayan Vakıf başkanına ve yönetim kuruluna övgülerde bulundular. Plaketler başkan yardımcısı tarafından verildikten sonra günün şerefine verilen içkisiz ve meşrubattan oluşan kokteyl için davetlilerle birlikte diğer salonua geçtik. Beni evden alan iki genç yine etrafımdaydı. Birisi elinde bir defter, diğerinde fotoğraf makinesi, benden günün önemini belirten birkaç sözü bu deftere anı olarak yazmamı rica ettiler. Gözlerim, bir süre benden evvel deftere görüşlerini belirten isimlerin yazdılarında gezindikten sonra ben de şunları yazdım samimi olarak; "Özellikle genç ve aydınlık bir denetim ve yönetim kadrosuyla Bilim Araştırma Vakfı ne kadar iftihar etse azdır. Bundan sonra Sanatçılar Ve Sanatseverler Derneği olarak her zaman yanınızdayız. Atatürkçülük yaşayacak devam edecek sizin şahsınızda. Geleceği emin ellere emanet etmişiz. Benim içim rahat sevgi ve selamlarımla” der ve tam resimlerimiz çekilirken salonun en dip kösenden açılan bir kapıdan bir zatin diğer konukları selamlayarak benim yanıma yaklaştığını gördüm. Ve de elimi sıkarak "Hoş geldiniz Lerzan Hanım” dedi. Hazır-ol vaziyetteki bu iki genç de bu el sıkışmayı derhal fotoğrafladılar. Yüzü ilk anda bana yabancı gelmeyen ve sadece müritlerinin Adnan bey diyerek tanıttıkları kişinin Vakıf Başkanı Adnan Oktar olduğunu benim gibi diğer konuklarda kısa bir süre sonra anlayacak ve ne şekilde faka bastığımızın uzun yıllar tartışmasını yapacaktık. Tören esnasında ortalıkta gözükmeyip, kokteyl esnasında ve hatta, anı defterine tüm davetliler görüşlerini yazdıktan sonra ortaya çıkıp, hepimizle ayrı ayrı resim çektirdikten sonra ansızın ortadan kaybolması O’nun ne menem bir mehdi olduğunun bir belgesiydi... Bu konudan asıl ayrılmamı ise avukatım Mehmet Bey sağladı... Olaylı plaket töreninden bir süre sonra beni telefonla arayarak, "Lerzan hanım siz kime Cumhuriyeti emanet etmişsiniz” diyerek, vakıf tarafından üç bin adet kuşe kağıda basılıp ilgili kişilere yollanan, gazete bayilerinde satılan Şubat 1991 tarihli Rönesans adlı dergide boy boy resimlerimiz ve gençler için yazdığım yazımda Adnan Oktar’la el sıkışırken tespit edilen resmin yer aldığını söylediğinde bu mehdinin bundan sonra daha neler yapacağının açık işaretiydi... Rahmetli tarihçimiz Cemal Kutay da benden daha saf ve temiz hislerle o gün için anı defterine bakın ne yazmış;"Omuzlarınız üzerindeki dava büyük, karşınıza bir çok engel çıkaracaklar. Seneler önce bir Atatürkçünün nasıl olması gerektiğini anlatan "Beklenen Adam” isimli bir kitap yazmıştım. Bu gün burada anladım ki bu kitapta sizi anlatmışım.” Herhalde Adnan Oktar da rahmetli tarihçimizin bu samimi hislerini boşa çıkartmamak için o tarihten sonra mehdiliğe soyundu. Ya da; mehdilik kisvesi altında isterse genç müritlerini ve isterse dul ve yetimleri ve hatta ülkenin yazanı çizerini kendine nasıl bent edeceğinin hesapları içinde aklını ve başını döndürebiliyor. Önümüzdeki haftalık köşemde bu zat mehdimiz için basında çıkan açıklamalardan ve benim yazacaklarımdan söz değerli okuyucularımızın da başının döneceğine inanıyorum.