Yolumu kaybetmiş dar mahallelere girmiştim, labirentte kaybolmuş fare çaresizliğinde hissediyor sol bacağımın titremesine engel olamıyordum, köşeyi döndüm, denizi uzaktan gören bir sokağın başına çıktım, kalabalık...
Hayra üşüşmez insanoğlu, çembere almaz, kalabalık olmaz, başkasının acısını göstermek için ya işaret parmağını uzatır, ya dürter yanındakini ...
İnsan değil miyim, durdum!
Çemberin bir halkası da ben oldum, en zayıf halka ben miydim? Kim bilir...
Tüyleri yer yer dökülmüş beyazdan griye dönmüş bir at yatıyor çemberin orta yerinde, kemikleri sayılıyor hayvanın, hızlı hızlı nefes alıyor, gözlerini sabitlemiş bakıyor da görüyor mu, görmüyor mu?
İnanmayacaksınız günah çıkarır gibi, birilerinin aklı sonradan ermiş gibi, kırmızı kurdeleli sakız gibi bir yastık koymuşlar atın başının altına, yerler çamur...
Bahçe duvarları neden bilmem mor boyalı tek katlı evden, başında çiçekli yemenisi, şalvarı, çıplak ayakları ve kalın kaşları ile toplu kısa boylu bir kadın çıkıyor, ne çok sakin, ne çok telaşlı, say ki ekmek yoğurmuş da kerpiç fırına atıyor, say ki oğlanları öğle uykusuna yatırmış da gergef işliyor...
Kadının gözlerinden bakıyorum kalabalığa, kendime, ata, hoşuma gitmiyor gördüklerim, akbabalara benzetiyorum dahil olduğum halkayı...
Atın başına çömeliyor kadın, çıplak ayakları çamurlanıyor, nasırlı ve kınalı elleri ile atın başını okşuyor, gözlerinden tek bir damla yaş aksa ya, at biliyor başına gelecekleri, kadın biliyor ne yapması gerektiğini, atın gözleri sabit, görüyor mu görmüyor mu, sokakları dar mahallede kimse nefes dahi almıyor...
Bir altı patlar görüyorum nasırlı, kınalı ellerde, bir silah sesi duyuyorum, halka genişliyor, kargalar havalanıyor çınar ağaçlarının ulu dallarından, at artık görmüyor... Kurdeleli sakız gibi yastık kıpkırmızı oluyor.
Göreceğimizi gördük, merakımızı giderdik kalabalığı dağılırken, çıplak ayaklı bir çocuk fırlıyor neden bilmem duvarları mor boyalı tek katlı evden avazı çıktığı kadar bağırıyor;
"Babannnee yetiş öbür kır beygir doğuruyor!"