Dar taş bir yol, sol tarafım mezarlık, servi ağaçları, çam ağaçları yere düşüp patlayan kozalakların sesinden başka ses yok. O da olduğu yerde hoplatıyor adamı. Yolun sağ tarafı zeytinlik, insanı nefessiz bırakan bir yokuştayız.

Sıcak da. Hem nasıl?

Bütün kasaba gündüz uykusunda besbelli. Bu kasabada yaşıyor olsaydım ben de gündüz uykusunda olurdum. Hemen iki oda bir mutfak beyaz badanalı, pencereleri mavi, ince camlarına macun çekilmiş, kırmızı çatılı, kiremitleri yosunlu bir yer evi geliyor gözümün önüne.

Divan pencerenin kenarında hemen, çarşaflar tüller sakız gibi, mise benzer bir koku! Ne kokusuysa artık.

Yoldan mı geldim, tarladan mı, balıktan mı? Yorgunluktan gözlerim kapanmak üzere, ille de uyumam lazım.

Zincirinden duvara iliştirilmiş aynada kendime bakıyorum, tastamam bugünkü gibiyim.

Hüzünlüyüm sanki biraz.

Biri mi gitti, ben mi gittim? Geldim de bulamadım mı?

Var bir hal de, dur bakalım.

Benim yer evi tepede ya! Esiyor, rüzgâr perdeleri yoklarken içim geçiveriyor.

Yokuş da yokuşmuş, ben de ne hammışım!

Çıktım çıkmasına da gel bana sor.

Yokuşu çıkan serinlesin diye bir çeşme bırakmışlar yol kenarına yanında ulu bir çınar ağacı.

Çeşme mi yaşlı çınar mı?

Çınar yapraklarıyla gülümser gibi geliyor! “Düşündüğün şeye bak çocuk!”

İçim dışım yanmış. Buz gibi soğuk su kana kana içiyorum. Kafamı suyun altına sokuyorum, bir tebessüm konuyor dudaklarıma.

Son zamanlarda çok önemli meselelere kafa patlatıyoruz!

Çağrı fil dişinden bir tespih almış.

Tespih taneleri acaba aynı filin dişinden mi? Yoksa kaç fil bir tespih eder?

Yüke bak!

Gölgelere karışmış, hayalden yer evinin önünde asmanın kuytusundaki masaya oturmaya niyetlenirken, eşekli bir adam görünüyor yokuşun başında. Mendili ensesinde, cigarası dudak kenarında, mintanın düğmeleri açık gülüyor.

Eşek mi daha yaşlı, adam mı diye geçiriyorum içimden. Gözlerim çınar ağacına yapraklarına takılıyor!

Selam veriyor alıyorum.

“Misafir misin sen?”

“Değilim”.

“Ne geziyon buralarda?”

“Kayboldum!”

“Ne varmış kaybolcek, ti burası zeytinlik, ti burası mezarlık, ti bunun burası kale, ti burası yokuş, ti bu da yol. Ti aşağısı da deniz, onun ilersi…”

Su içiyor, o da kafasını suya sokuyor, çeşmenin yalağından eşek de su içiyor.

“Çok dolanma buralarda, tekin değil buralar!”

Gidiyor.

Gelmemiş gibi, konuşmamışız gibi.

Bir guguççuk ötüyor.

Telaşsız, sakin, kendinden emin büyük bir gemi geçiyor boğazdan.

Küçücük bir kamara, ranzalar geliyor gözümün önüne…

Zincirinden duvara iliştirilmiş aynada kendime bakıyorum, tastamam bugünkü gibiyim.

Nereye gidiyoruz acaba?

YORUM YAP