Lerzan Öke

BABASINI REDDEDEN GENÇ KIZ


Annesinin babasından ayrılmasından sonra on yıl geçmiş, artık o genç bir kız olmuştu.
Bir işe girip, annesini çalıştığı yerden çıkartıp evinin hanımı yapacak, hatta ona bir de hizmetçi tutacaktı. Kardeşlerine kol kanat açacak ve her türlü kötülüklere karşı koruyacaktı. Erkek kardeşlerinden fazla bir ümidi olmadığı için icap ederse ailenin başına geçecek ve ‘Aile Reisi” olacaktı. Genç kız azimliydi ve aklına koyduğu her şeyi yapma gibi bir huyu vardı. Genç kızın niyetleri büyüktü ama yaşı küçüktü. Serpilmiş, boylu posluydu ama henüz 16 yaşındaydı. Resmi bir işe girmek için 18 yaşında olması gerekiyordu, aksi halde özel işlerde şansını denemesi lazımdı ama bu genç kızı biraz ürkütüyordu. 18 yaşını dolduruncaya kadar üç, dört özel iş yerine yapılan müracaatlar her seferinde kabul görmüştü ama dört, beş ay süren çalışmalarında işverenlerin görev dışı isteklerine cevap veremediği için bu maceralı özel iş yeri çalışmalarına son vermişti. O gururlu bir kızdı ve kaderi ona ne kadar ters çıksa da hayatını şerefi ile kazanmakta kararlıydı ve bunun için de yaşını büyütüp resmi bir işe girmeye karar verdi.
Hâkim karşısında yanakları kıpkırmızı, bakışları ağlamaklı genç kıza acımış olmalı ki "Kızım doğru söyle bakayım, iki yaş büyütmeyi evlenmek için mi, resmi bir işe girmek için mi istiyorsun?” dediğinde genç kız gözlerinden yaşlar akarak "Resmi bir işe girmek ve aileme bakmak için istiyorum. Özel işlerde şansımı denedim ama her seferinde rahatsız edildim efendim” diyebildi.
Hakim bir süre kararsız kaldı ve belki de onun yaşında bir kızı olduğundan kendini onun yerine koyup babacan bir tavırla "Doğru konuştuğun ve neticede ailene bakman söz konusu olduğu için yaşının büyümesine karar verdim” dedi. Genç kız bu defa sevinçten ağlıyordu. Artık o 18 yaşında olmuştu.
İşte öyle bir hassasiyet içinde eve koşarak geldiği ve kardeşleri ile bu sevinci paylaştığı anda kapının zili çalmıştı. Gelenin annesi olduğunu zanneden genç kız bu müjdeli haberi ilk o vermek istediğinden kapıyı açmaya koşmuş ve annesi yerine 10 senedir kendilerini arayıp sormayan babasını görünce şok olmuştu. Adam, yıllar önce yedi yaşında geride bıraktığı kızını tanımamış, fakat genç kız onu tanımıştı. Büyük bir soğukkanlılıkla "Kimi sormuştunuz efendim?” dediğinde babası kendilerini tarif ederek, "ailem buraya taşınmış, adreslerini zorlukla buldum, aramız biraz açıktı, kendimi affettirmeye geldim” dedi. Genç kız ani bir karar ve kafasının içinde hızlı bir şekilde yaptığı vicdan muhakemesi ile "Sizin aradığınız aile bizden evvel burada kiracıymış, ama onlar İstanbul’a bir hafta öce taşınmış” diyerek onu kapıdan savmış, yedi yaşında yapamadığı şeyi 16 yaşında yaparak onu babalıktan reddetmişti. Zaten o baba olarak çoktan ölüydü onun için.
Annesi işten geldiğinde iyi haber olarak genç kızın yaşının büyütülmüş olduğunu, kötü haber olarak da babasının adreslerini tespit edip evlerine geldiğini ve genç kızın beyaz bir yalanla onu kapıdan uzaklaştırdığını öğrenmiş ve kızını bu ani kararından ötürü kutlamıştı. Ancak babasının bu yalana inanmaması ve tekrar gelmesi söz konusu olduğundan artık bu evden çıkıp adreslerini değiştirmeleri gereği aile içinde tedirginlik yaratmıştı.
Aile bireyleri ev ararken genç kız da resmi iş arama derdine düşmüş, en küçük teyzesinin Bakırköy Akıl Hastanesi’nde Başhekim Sekreteri olmasını dikkate alarak onun yardımını istemiş ve kararlaştırdıkları bir günde gidip Başhekimle tanışmıştı. Başhekim genç kızın safiyetini ve azimliliğini beğenmiş ve hemen bir kadro açtırarak işe başlamasına karar verilmişti. Elbette bu kadar çabuk işe alınmasında teyzesinin rolü büyüktü. O, teyzelerinin en güzeli ve en akıllısıydı. Teyzesinin o tarihte bir askeri doktorla nişanlı olmasını ve ileriki tarihlerde de onunla evlenip Ankara Askeri Gata Hastanesi Başhekimi karısı ve dört mükemmel çocuğun da annesi olmasını genç kız yaşantısında hep örnek olarak aldı. Eniştesi Tevfik Başlı mesleki açıdan çok sevilip sayılan bir doktor olmasının ötesinde çok mükemmel bir aile reisi idi. Şark hizmetleri süresince bir seneye yakın onların yanında yaşamış ve çocuklarına ablalık yapmış bir kişi olarak, çocuk terbiyesini, eşler arasındaki mesafeli saygı ve sevgiyi genç kız hep onlarda görmüş ve istikbalde hep onlar gibi bir yuva kurmayı düşlemişti.
Genç kız ilk aşamada "santral memuresi” olarak kadroya girmiş ve bilahare Prof.Dr. Beyza Erim’in başkanlığındaki Psikiyatri Kliniğinde "Laborant” olarak kadrosu yenilenmişti. Fakat laborantlık yerine doktor ve hasta arasındaki görüşmeleri çok çabuk yazarak bir nevi "zabit kâtipliği yapıyordu”. Sonra da bu notları temize çekip hastanın dosyasına koyuyordu.
Genç kızın daha çocuk denecek yaşta bu ilk resmi görevi için ortam psikolojik açıdan pek iç açıcı değildi ama o yine tüm iyi niyet ve azmiyle işinin inceliklerini öğrenmeye ve kendini kanıtlamaya çalışıyordu.
Üstelik görev yaptığı kısım en tipik hastaların bulunduğu, çoğu yüksek tahsilli olan, aralarında 5~6 lisan bilenlerin olduğu bir yerdi. Hasta olduğu halde kendini sağlıklı sananlar veya bunun tam aksi, hasta olmayıp hasta rolü yapanlar vardı ve genç kız için bunların içinden iki hasta onun için çok önemli olmuştu.
Her ikisinin adı da Kemal olan bu hastalardan biri ressam, diğeri de ünlü heykeltıraş Roden’in "Düşünen Adam” heykelinin bir benzerini hastane bahçesine kazandıran heykeltıraştı. Her ikisi de imtiyazlı hastalar olup kendilerine özel olarak tahsis edilen bir bölümde sanat çalışmaları yapıyorlar ve kendilerini çok iyi hissettikleri günlerde evlerine bile izinle gidebiliyorlardı. Genç kız, mesai saatleri dışında bu iki hasta ile daha fazla ilgilenebilmek ve sanatçı yanını bu iki usta ile geliştirmek için yine teyzesinin aracılığı ile Başhekim Fahri Celal Göktulga’ya ulaştı ve Kadıköy’den her gün Bakırköy’e gelmenin zorluklarını bahane ederek hastanede hemşireler gibi yatılı olmayı ve hafta sonları evine çıkmayı kabul ettirdi. Teyzesi evlendikten sonra başhekim sekreterliğinden ayrılmış olsa bile artık hastane doktorları ve personeli onu benimsemiş ve hatta aralarında ona "Maskot” adını bile takmışlardı. Başhekimden sonra kendisiyle en çok Dr. Faruk Bayülken ilgileniyor ve hastalar hakkında onu devamlı uyarıyordu. Özellikle sanatçı olan iki hasta ile fazla yakınlaşmasını sakıncalı görüyor ve "Bunlar şizofrenik hastalar, aniden krizleri tutar, sakın nasıl göründüklerine aldanma, uyanık ol” diyordu. Faruk Bayülken’in tüm tembihlerine rağmen genç kız mesai dışındaki tüm vakitlerini bu iki hasta ile geçiriyor ve sanatsal anlayışını hasta dahi olsalar bu iki usta ile pekiştirmeye çalışıyordu. Ancak, Dr. Faruk Bayülken’in ikazının ne kadar haklı olduğu bir iki kez anlaşılmış, hasta olan heykeltıraş Kemal Bey kıza âşık olarak evlenmek istemiş, kız bu teklifi ciddiye almayınca onu Başhekimin odasına kadar kovalamış, Başhekimin hastayı teskin edici, oyalayıcı sözleriyle, "İyileşince sizi evlendiririz” vaatleriyle korkulu bir gün yaşanmıştı. İkinci olay da görev yaptığı klinikte nöbette olduğu bir gece, yine tipik hastalardan bir olan Eli Sürsok adındaki bir Musevi kızın laboratuardaki buzdolabından soğuk su istemesi ile başlamıştı. Gündüzleri iki samimi arkadaş gibi iletişim kurduğu şizofrenik hasta Eli Sürsok, üvey annesinin kendisinden hoşlanmadığı için onu buraya kapattığına, oysa hasta olmadığına genç kızı inandırmıştı. Psikiyatri Kliniğinin sonunda yer alan laboratuara birlikte girmesinde mahsur görmemiş, fakat dolaptan aldığı sürahi ile bardağa su doldurması esnasında hasta arkadan saldırıp genç kızın boynunu sıkmaya başlamıştı. Bu korku ile genç kızın elindeki sürahiyi yere düşürmesinden doğan bomba patlamış gibi cam kırılması sesine koşan erkek hastabakıcılar hastayı tutmuşlar ve onu da boğulmaktan kurtarmışlardı.
Genç kız, artık buradaki görevinin de sona ermesi gerektiğini anlamış ve giderek bozulan moralinin gençliği üzerinde daha fazla tahribat yapmaması adına yeni iş arama kararı almıştı.
16 yaş gibi çocuksu bir yürek için bu 9 aylık yaşanmışlık çok fazlaydı ama yine de hayat tecrübesi olarak bir kazanç sayılırdı. En azından ileriki yıllarda etrafını dolduran insanların hangisinin akıllı ve hangisinin aklının kıt olduğunu ayırt edecek kadar bilgi sahibi olmuştu.

Genç kızın çalışma hayatındaki bu 9 aylık ilk yaşantısındaki kazançlarından biri de Dr. Faruk Bayülken’in dostluğunu kazanmasıydı. O’nu gencecik bir asistan olarak tanıdığı dönemde başlayan dostlukları aynı hastaneye Başhekim olmasına kadar devam etmiş ve hatta genç kızın ileriki yıllarda kurduğu (1982) Sanatçılar ve Sanatsevenler Derneği’nin kurucuları arasında yer almış, Onursal Üye olarak da arada bir aylık kültürel toplantılara katılarak konuşmacı bile olmuştu.
Genç kız da sanat hayatını Sanat Yazarı olarak devam ettirirken, (Tercüman Gazetesi) Dr. Faruk Bayülken’in Başhekim olduğu dönemlerde hastaları nasıl sanatsal çalışmalarla tedavi ettiğini, Bakırköy Hastanesi’ne getirdiği reformları sayfalar dolusu yazarak bu dostluğa hak kazandığını belgelemişti.


YORUM YAP