Kış gerçek yüzünü göstermeye başladı, bunun arkası kar diye geçiriyorum içimden, paltomun yakalarını kaldırıyorum...
Belediyeye kızdık, eleştirdik ama parke taşlar döşenince güzel oldu mahalle...
Kaldırımları genişlettiler, belli aralıklarla da ağaç diktiler... Çamur yok, su birikintisi yok... Daha ne olsun!
Arabanın içi soğuk... İlk denemede çalıştıramıyorum emektarı, kontağı çevirince öfkesi saman alevine benzeyen insanlar gibi şöyle bir söyleniyor ardından bir iki öksürüyor fakat çalışmıyor...
Bekliyorum, ikincide tamam.
Otoban boş... Radyo kanalları arasında geziyorum, keyif vermeyince CD’ye dönüyorum...
Rüzgâr viyadüklerden geçerken arabayı omuzlarından kavrayıp sallıyor tam kaldırıp atacakken, cayıyor...
Saray, Lüleburgaz, Kırklareli sapağında kırıyorum direksiyonu, Babaeski’yi Kırklareli’ne bağlayan yola çıkacakken köşede soğuktan hoplaya zıplaya minibüs bekleyen adamı görüyor, sağa çekiyorum...
“ Günaydın, nereye?”
“ Kırklareli’ne...”
“ Bin.”
Yüzünde kocaman bir gülümseme, telaşlı hareketlerle açıyor kapıyı... İliklerine kadar ıslanmış!
&&&
Gece bekçisiymiş bir yerde, sabah yedide mesaisi bitiyormuş... Dereköylüymüş fakat Kırklareli’nde yaşıyormuş...
Dereköy’deki evini tarif ediyor, tesadüf biliyorum! Konunun nereden oraya geldiği anımsamıyorum ama mahallelerindeki çeşmeden akan suyun böbreklere iyi geldiğini anlatıyor uzun uzun...
“ Dereköy’e balığa geliyoruz” deyince mevzu geçenlerde barajda yakaladığı dokuz kiloluk sazana geliyor...
Haberin devamı 24.12.2011 tarihli Hürhaber Gazetesi’nde…