Bakalım ne var gündemimizde…
Birileri kendini öylesine kaybetmiş ki Türk Bayrağını dalgalandığı yerden indirecek şuursuzluğunu sergiliyor ama biz bunu yapanlar yerine onların canına kıyması ile eş değer görevlerini icra edip etmediğini tartışıyoruz daha ziyade. Kendini bilmez biri bayrağımızı indirdi diye değeri azalmadı tabi aksine daha güçlü bir toplumsal sahiplenme doğdu, kıymetini hatırladık, gündemimizin zirvesine taşıdık! Asker açısından o kişilerin "canına kast etmek” ile "görev” tanımı arasında bir fark olmadığını düşünüyorum. Bu sebepten anında ve olay yerinde müdahaleden ziyade sorumluların bulunup yasalar çerçevesinde yargılanması gerektiğini düşünüyorum… Kimseyi yok ederek bayrağımıza saygı duymaya zorlayamayız böyle bir şeyin anlamı da yok. Bizlerin bu tarz bir çaresizlik içinde olduğunu düşünmek de istemiyorum. Toplumsal değerlerimize yönelik saldırıların sevimsizliği yanı sıra kenetlenmemizi, karşı karşıya kaldığımız tehditlerin idrakine varmamıza yol açtığı gerçeğini göz ardı etmemeliyiz.
İntikam duygularımız yerine vatan sevgimizin depreştiğini görmek beni daha çok rahatlatır şahsen... Vatan sevgisi bu duyguya erişemeyenleri yok etmek veya yok saymak değil, sevdirmek ve ikna etmekten geçiyor… Çok şey kaybettik, en önemlisi de canlarımız gitti… Yeni kayıplara değil sahip olduklarımızı korumaya, değerini bilip arttırmaya ihtiyacımız var.
***
Silivri’ye İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu geldi… Her gelişinde sımsıcak duygular ve sempatikliğiyle gönülleri fethedip gidiyor; gelenek bu sefer de bozulmadı… Devletin temsilcisi geldi sevimli yüzüyle gündemimizi aydınlattı, bizim siyasi ayrışmalarımızı az da olsa iyileştirerek gitti… Kasmadan, germeden, protokol kurallarını olabildiğince az işleterek, bizden biri gibi hissettirerek…
Yine bekleriz…
***
GÜNÜN SÖZÜ
"Bir gün insan virgülü kaybetti... O zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı. Cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti. Bir başka gün "ünlem işareti" ni kaybetti. Alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı. Bir süre sonra "soru işareti" ni kaybetti ve soru sormaz oldu. Hiç bir şey ama hiç bir şey onu ilgilendirmiyordu. Ne kâinat ne dünya ne de kendi umurundaydı. Bir kaç yıl sonra "iki nokta üst üste işareti" ni kaybetti ve davranış sebebini başkalarına açıklamaktan vazgeçti. Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız "tırnak işareti" kalmıştı. Kendine özgü tek bir düşüncesi yoktu. Son olarak "nokta" ya gelindiğinde düşünmeyi ve konuşmayı unutmuş durumdaydı.”
Kandevski