Karmaşa, insanın ruhunda derin yarıklar açar; zihin bulanır, duygular düğüm düğüm olur. Üst üste binen baskılar, hem madden hem manen insanın omuzlarına çöker ve bu yüklerin ağırlığı altında kendimizi giderek daha yorgun hissederiz. Bu yorgunluk, yalnızca bedenimizi değil, ruhumuzu da ele geçirir. İşte tam da bu noktada, çoğu kez farkında olmadan en hayati şeyi ihmal ederiz: Kendimizi. İçsel sesimizi susturur, kaosun içinde savrulmaya razı oluruz. Oysa bu savruluş, bizi kendimizden her geçen an daha da uzaklaştırır.
Bu karmaşanın içinde “Ben kimim ve ne istiyorum?” sorusunu sormak, karanlık bir odada ışık yakmak gibidir. Bu sorular basit gibi görünse de, aslında insanın özüne yaptığı en derin yolculuğun kapısını aralar. Fakat kaçımız bu soruları dürüstçe sorabiliyor ve cevaplarından kaçmıyor? Kaçımız yaşamın üstümüze yıkıldığı anlarda kendi varoluşumuzu sorgulamayı seçiyoruz? Genellikle, tüm o kaosun ve baskıların arasında bu sorulara yer açmak yerine, edilgen bir varoluşu kabulleniyoruz. Bize dayatılan hayatı yaşarken, kendi istediğimiz hayatı yaşamayı bir seçenek olarak görmüyoruz. Ama gerçek şu ki, o yıkımlar ve sıkıntılar yalnızca biz onlara izin verdiğimiz ölçüde hayatımızı etkileyebilir.
Yıkımın ortasında kendine sığınmayı öğrenmek, insanın en büyük devrimidir. Herkes sıkıntılarla karşılaşır; bu, yaşamın kaçınılmaz bir gerçeğidir. Ancak bizi tanımlayan şey, o sıkıntıların içinde kaybolup kaybolmadığımızdır. Zihnimiz karışabilir, yolumuzu kaybedebiliriz, fakat yönümüzü bulmamız için gereken pusula aslında hep içimizdedir. “Ben kimim?” ve “Ne istiyorum?” soruları bu pusulanın iğnesi gibidir; ne kadar savrulursak savrulalım, bizi yeniden kendi özümüze döndürür.
Bu soruları sormaktan korkmamak, insanın kaotik bir dünyada kendine bir düzen inşa etmesinin ilk adımıdır. Çünkü ne zaman bu sorulara dürüstçe cevap vermeye cesaret ederiz, işte o zaman hayat üzerimizdeki gücünü yitirir. Kaos, bir düzene dönüşür; yorgunluk yerini bir içsel huzura bırakır. İnsan, kendisini tanıdıkça yaşamın karşısında edilgen bir varlık olmaktan çıkar, kendi hikayesinin yazarı haline gelir.
Peki bu dönüşüm nasıl başlar? Önce kendi sınırlarımızı kabul ederek. Her sıkıntının üzerimize çökmesine izin vermek yerine, “Hayır,” diyebilmekle. Bizi yıkan her düşüncenin, her duygunun yalnızca bizim iznimizle içimize sızdığını fark etmekle. Ve bu farkındalıkla, kendi hayatımızın kontrolünü elimize almakla. Kendi yolculuğumuzu seçmek, karmaşanın içinden doğan bir düzen yaratmak demektir.
Belki de tüm bu zorluklar, bize bu dersleri vermek için vardır. Yaşam, bizi düşürür; ama kalkmayı seçmek bizim elimizdedir. Düşüşlerimizin ardından kendi benliğimizi bulmak, yaşamın bize sunduğu en değerli armağandır. Çünkü hayat, yalnızca onu nasıl karşıladığımızla şekillenir. Karmaşanın ortasında kendini bulmayı öğrenen biri, artık hiçbir fırtınada kaybolmaz.

YORUM YAP