Ali Gülcü

Ben mi onu, o mu beni?

Deniz kenarına serpiştirilmiş büyük şemsiyelerden birinin altına bırakıyorum kendimi, kuru, sıcak, dillerini anlamadığım sürekli gülen, tüm anları sahiplenmek istercesine fotoğraf çeken, yanındakileri dirsekleri ile dürtüp, işaret parmakları ile bir yerleri gösteren, rahat, neredeyse çıplak turistler var ortalıkta...
Yaşlı bir teyze geçiyor caddeden, turistleri görünce beyaz başörtüsünün göğsüne düşen ucu ile ağzını kapatıyor, mahalleye gidince komşularına neler anlatacak kim bilir?
Bir deri, bir kemik simsiyah, kahverengi gözlü, kulağı küpeli bir sokak köpeği kıvrılıyor yanıma, küpe; köpeğin zararsız olduğu, kuduz aşılarının yapıldığı ve kısırlaştırıldığı manasına geliyor...
İnanmıyorum!
Niye bu kadar çok köpek var?
Huyları bunların, otele gidene kadar peşimden ayrılmayacak şimdi, ben nereye, o, oraya, balık lokantasının kapısında, tekme, taş atan olursa karşıdaki evin kuytusunda, otelin bahçesinde, beni bekleyecek...
Neden?
Seçiyorlar bence!
Gözlerine birini kestirip, "tamam" diyorlar, aradığım adam, aradığım kadın bu...
Ne görüyorlar bizim göremediğimiz? Ne hissediyorlar bizim hissedemediğimiz?
O mu beni sahipleniyor, ben mi onu?
Başka bir sahilde de var bir köpeğim.
Beyaz, kocaman, arabayı park ederim, nereden gelir, niçin gelir kıvrılır balık kovasının yanına, verirsen yer, istemez, nemli, hüzünlü bakar öyle, çadır kurarsam, çadırın bitişiğinde, arabada uyursam, arabanın kapısının önüne kıvrılır, giderken peşimden koşar bir süre, yorulana kadar besbelli, dikiz aynasından bakarım, durur, havlar, ben giderim, o bekler, şimdi inanmazsınız orada bekliyordur.
Mıntıkaları vardır bu köpeklerin, yanılıp da biri diğerinin mıntıkasına geçtim mi kıyamet kopar, boylarına, poslarına bakmadan, ölümüne dalarlar yabancı köpeğe, yabancı olmak zor tabii, kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp kaçmayacaksın da ne yapacaksın?
Yabancı köpek; "hazır yazlığın bahçesi var şekerim, köpek de alalım, hayalimdir, hem çocuklar da oynar" düşüncesi ile alınmış, bir iki hafta el üstünde tutulduktan sonra gözden düşmüş, yaz bittiğinde, sahibinin arabasının ardından ciğerleri patlarcasına koşmuş, yorulunca, kaderine küsmüş, karnını doyurmak için savrulurken, daha önce başka yazlıkçılar tarafından bırakılmış köpeklerin mesken tuttuğu mıntıkaya girmiş, cins bir köpektir.
Yaşarsa, yakalanır, kulağına vesikası takılır...
Isıramaz, korkutamaz, üreyemez, köpekliğin de keyfi kalmaz, köpek olduğunu da unutur sonra başka bir mahluk olur!
Kalkıyorum şemsiyenin gölgesinden, akşamüzeri, gün geceye kavuşmak üzere, gökyüzü, kavun içinden, kızıla kaymakta, balıkçılar kasalara istifledikleri derya kuzularını satma derdinde, pamuk helvacı, baloncu, yalancı, tekne turları, sahile ip gibi dizilmiş, barlar, balık lokantaları...
Denizden esen imbat yüzümü okşamaya başlayınca keyfim yerine geliyor, yosun kokusu, iyot kokusu... Kumsala masa atmış lokantalardan birine oturuyorum, iki adım ardımdan gelen simsiyah sokak köpeği bacağımın kenarına kıvrılıyor, gözleri nemli, gözleri kahverengi...
"Köpek sizin mi?" diyor garson, cevabıma göre muamele edecek.
"Beraberiz" diyorum.
" Az önce tanıştık."

YORUM YAP