Biri çıkıp buradan çook uzun yıllardır hiç kimse geçmedi, ulu ağaçların gölgesinde soluklanmadı, nefes bile alan olmadı dese inanacağım. İmrenilecek kadar sessiz, olmadık bir zamanda hatırlanacak kadar sakin.
Kurumuş, üst üste düşmüş çam iğnelerinden dokunmuş yumuşak bir halının üzerinde yürüyorum.
Güneşli bir gün, top top beyaz bulutlar, mavi gökyüzü.
Şükürle karışık derin bir nefes alıyorum. Çocukluğumda kalmış, şimdiki çocukların o neşe ile söylemediği şarkıdaki gibi, sabahları horozların öttüğü, geceleri köpeklerin havladığı, yaşlı, kasketli adamların kahvehanelerde uyuya kaldığı yaşayan, soluk alıp veren bir köy var uzakta.
Bizim köyümüz!
Rüzgarın elinden çıkmış, nice yağmurlarla yıkanmış, yıllardır orada sabırla bekleyen yumurta büyüklüğünde beyaz bir taş buluyorum.
Sanki hatıra topladığımı bilen biri benim için oraya yıllar önce bırakmış.
“Nasılsa yolu düşer buralara, taşı almadan duramaz. Önce mantar zannedecek”
Öyle oldu. Taşı mantar sandım. Almadan önce ayağımın ucuyla dürttüm şöyle.
Sahiden var mıdır öyle biri?
Yol kenarına papatyalar serpiştiren, otların ve diğer yoncaların arasına dört yapraklı yoncalar saklayan, gelincikleri savuran, sahile midye kabuklarını, madyaları elleriyle bırakan. Şakacı ve güleç biri?
Beyaz taş dile gelse diye geçiriyorum içimden “Altı yüz yıldır buradayım. Zamanın varsa şahit olduklarımı anlatayım.”
“Bir taşın yerini değiştirmenin nelere sebep olabileceğini anlatsam, anlayabilir misin?”
Kaç ömür gerekir bunu anlayabilmek için?
Kaç hayat?
Bulduk deriz seviniriz de.
O bizi bulmuş olmasın sakın?
Başınıza geldiyse bilirsiniz, kaybeden gözünün önünde de olsa göremez. Döne döne aramaktan yoruluncaya, umudunu kaybedinceye kadar bakınsa bulamaz.
Kim bilir kimin düşürdüğü, paslı, üzerinde Süleyman Bursa yazan bir çakı mesela.
Arayan bulur denir ya.
Aramayan da bulur!
Belasını bulur, iyilik bulur, hoş bulur. Bir kilit, yıllarca kocaman kocaman kapıları açmış ağır bir anahtar ve hatta çatlak, kararmış bir el aynası.
Kimlerin elinden geçmiştir o ayna? Kimler güzel miyim diye bakmış ve yanaklarını çimdiklemiştir?
Genç delikanlılar sevdikleri kızın gözüne ayna tutarlardı eskiden. Masum bir mesaj.
Kendini bulmak zordur biraz.
“Sende kendimi buldum” demek de yalana yakın bir şeydir bana göre.
Keşke bir başkasında kendimizi bulabilseydik.
Keşke bir başkası kendini bizde bulabilseydi.
Öyle olsun istiyoruz.
Öyle olsun diye elimizden geleni yapıyor muyuzdur nedir?
Yanılmak da hayata dair.
Doğruyu bulmak için çok yanlış yapmak gerekir mi?
Doğru bulunduğu zaman tüm yanlışların üzerine sünger çeker mi?
Doğruyu, bulmamız için kim bırakmıştır oraya?
Peki o kadar yanlışı kim?
Doğru ve yanlış da göreceli değil midir?
Bulmak için aramayı da abartmamak lazım, o kıyafet kiminde çok komik duruyor.
Aradığınızı bulursunuz sonunda!
Sizden önce kaç kişinin bulduğu da ayrı meseledir.
Bilgi aydınlık kadar karanlık olabilir. Bazı şeyleri öğrenmemek daha iyidir ya, onu demeye çalışıyorum.
Hiç sigaranız yokken sigara bulduğunuz oldu mu hiç?
İyi bir örnek olmadığının farkındayım. Fakat ben buldum! Hem de bir karton.
Dağdaydık, kar yağıyordu, hava çok soğuktu ve yeşil bir sırt çantasının içindeydi!
Kısa 2000.
Paketleri paylaştık.
Aklımız başımıza gelince ağladık!
“Kimin sigarasını içtin oğlum sen!” diye yakama yapıştı içimdeki ses.
“Hikaye hala anlatılıyorsa unutulmamış demektir” diye yazmış Coelho Zahir adlı kitabında.
Hesap ettim aradan neredeyse otuz yıl geçmiş.
Sonsuza kadar yirmi yaşında kalacak mert ve de cesur bir delikanlının yeşil sırt çantasını o karlı ve soğuk tepeye bizim için bıraktığına artık eminim.
İsteseydik, verirdi de!