Bir arpa boyu bile yol alamadığımız İngilizce meselesi

Bu aralar devlet okullarında oluşturulan İngilizce özel sınıflar gündemde. TV haberlerine de konu olan söz konusu özel sınıflar tartışmalara ve velilerin de tepkisine neden olmakta. Maddi boyutu da epey tartışma götürecek gibi görünüyor, çünkü örneğin ilçemiz okullarından Silivri Ortaokulu bu hizmeti için kitap ücreti olarak 500 TL isterken, Çağrıbey Ortaokulu sadece 200 küsur ile yetinebiliyor. İstanbul'daki fiyatlar çok daha yüksek. İlçemiz iki okul arasındaki farkın nedenini bulmak isteyen öğretmenler alınacak kaynak kitapları incelediklerinde görmüşler ki Silivri Ortaokulu 5. Sınıf öğrencilerine 8. Sınıf öğrencilerini bile zorlayacak ağırlıkta.
Biz bu İngilizce meselesinde yıllardır bir arpa boyu kadar bile yol alamadık biliyorsunuz dimi. Çoğumuz What is your name?, This is a pencel. Open the door.'da kaldık, kalıyoruz ve kalmaya da devam ediyoruz. Aklımızda kalanlar bu tarz birkaç cümleden öteye gidemiyor, diyalog kurmayı öğrenemiyor ve konuşamıyoruz. Yabancılarla karşılaştığımızda adeta nutkumuz tutuluyor. Demek ki ters giden bir şeyler var. Kaynaklar alınıyor, her türlü ders kitapları var ama öğretim verimli olmuyor. Demek ki bu iş sadece kitapla defterle olmuyor. Bunu bir idrak etsek artık.
Son yıllarda okul öncesi öğrencilerini bile daha şanslı görüyorum. Onlarda yabancı dil öğretimi için farklı farklı yöntemler uygulanıyor. Oyunlarla, müzikle, resimlerle daha kalıcı bir öğretim şekli buluyorlar diye düşünüyorum.
Yabancı dilin nankörlüğünü bilmeyen yoktur. Kullanılmayınca çok çabuk unutuluyor. Çift dilli biri olarak doğmuş olmanın hem avantajını hem de dezavantajını şahsen yaşıyorum. Altı ayda bir memleketime gittiğimde Bulgarca konuşmam gerektiğinde aman Allah'ım o nasıl bir tutukluk. Sanki burada doğmamış, anaokulundan üniversiteye kadar bu dili konuşmamış, bu dilde okumamış… bu kadar zorluk da neyin nesi? O kelimeler sanki derin derin kuyulara girmiş, ıstırap içinde yukarı çekmeye çalışıyorum. Halat koptukça kopuyor. Karşıdakine ayıp olmasın diye adeta kıvranıyorum. Hala çarpım işlemlerini Bulgarca düşünerek yapar, ara sıra bazı kelimelerin Rusça'sı aklıma gelir, Türkçe konuşmaya ve yazmaya çalışırım. Üç dil arasında kaybolmuş birinin hali bu. Bizim gibiler bunları yaşarken bir de sonradan yabancı dil öğrenenleri bir düşünün.
Bu yüzden öğretim şeklinle ve içeriğine derinleşmeli, çocuklara yönelik değişik yöntemler geliştirilmeli. Bakın birkaç örnek vereceğim siz de bana hak vereceksiniz. Geçmiş yıllarda bir proje kapsamında yaz tatilinde iki haftalık İngilizce Yaz Kampı düzenlendi. Belediyemizin bir çalışmasıydı ve çok da verimli sonuçları oldu. Gönüllü olarak katılan İngilizce öğretmenleri kampa katılan öğrencilerle, sınıflarda yaptıkları kısa çalışmaların yanı sıra birlikte ilçemizin tarihi yerlerini ve sahilini gezdiler. Birlikte denize girdiler. Birlikte yemek yediler. Pikniğe gittiler. Bunun gibi birçok etkinlikte hep bir arada oldular ve sadece İngilizce konuştular. Buraya ortaokul öğrencisi olarak katılan şimdi üniversiteli olan öğrencilerden biriyle konuşurken, hala bu kampı hatırladığını fark ettim. Öyle güzel anlattı ki bana. “Biz ilk kez o kampta İngilizce konuştuk. Konuşmayı öğrendik, çünkü her yerde, her ortamda, sınıftan çok gezilerimizde, denizde, piknikte, yemek masasında öğretmenlerimizle İngilizce konuşmak zorunda kaldık. İnanılmaz bir deneyimdi ve çok verimli geçti.” dedi. Yıllar sonra da olsa o kampın ne kadar verimli geçtiğini öğrendim.
Çocuklar o sürekli yazıp okudukları kelimeleri, ezbere de ihtiyaç duymadan, ilk kez karşılıklı diyaloglarda değişik ortamlarda kullandılar. Demek ki sadece kitapla defterle olmuyormuş. Demek ki bu tarz projelerle, hadi diyelim bu kadarına imkanınız yok, ama buna benzer kısa süreli de olsa çalışmalarla çok daha etkin bir çalışma yapılabilir. Derin izler bırakılabilir. Verilen emeğin de karşılığını çok daha kolay alabiliriz. Emeğimizin karşılığını alırken öğretim de asıl amacına ulaşır.
Yabancı dil öğretimi tabi ki sancılı bir süreç. Kolay değil. Ortaokul çağı anılarımdan hiç silinmeyen iki farklı öğretmen profili ve öğretim şekilleri var. İlk İngilizce dersine giren öğretmenimiz erkek ve otoriter bir tipti. Ve inanılmaz bir psikolojik baskı ve dayatmayla kelimelerin anlamlarını ve yazılışlarını öğrenmemizi sağlardı. İstersen öğrenme! Tahtaya çıkıp yazamamak, orada kırmızının bütün tonlarına kadar kızarmak bozarmak var! Her derste 10-15 yeni kelime verilir, ödev olarak onlar 100'er kez yazılır falan filan…
Bir sonraki derste dilediği kişiyi tahtaya çıkarır sınav yapar. Üç ders üst üste tahtaya çıktığımı bilirim. ‘Hani önceki ders çıkıldı ya tahtaya, yarınkileri çalışmasam da olur' rahatlığı var mı yok mu onun araştırmasını yaptı. Çok şükür artık üçüncü ders için yeni kelimeleri çalışmamış, anlamını öğrenmemiş olsam da doğru yazma yeteneğim vardı. Oradan kurtardım! Buna o bile şaşırdı. Yazılışını doğru yaparak azardan kurtuldum. Nasıl bir öğretme şekliymiş arkadaş! Öğrenmek için çalışmadık, sırf azar işitmemek için çalışmak zorunda bırakıldık. Asıl siz devamını görün. Daha sonra yeni bir bayan öğretmen geldi. Tatlı mı tatlı, zarif mi zarif… O despot öğretmenden sonra bizi düşünün artık! Aaa o da ne? Kelime melime de neymiş! Tahtaya çıkma işkencesi, sınavı bitti. Kadın başladı bize diyalog kurdurmaya, ama bizde tık yok. Onca kelime ezberle sen, yaz çiz ama cümle kurama! İlk öğretmen gerekirse ezberleyin ama kelimenin anlamını ve yazılışını öğrenin derken, bayan öğretmenin daha çok konuşmaya önem verdiğini anladık. Ama biz buraya gelene kadar İngilizce'den soğuduk. Ne olur bari siz soğutmayın. Zor ama sizin işinizi de kolaylaştıracak güzel yöntemler de var. Yok değil. Bu tabi ki sadece yabancı dil için de geçerli değil, diğer branşlar için de aynı önemi taşıyor. İlçe Kaymakamı Faruk Bekarlar'ın bir sözünü hiç unutmam. Müzik Öğretmeni Volkan Yaran'ın ortaokul öğrencilerine yönelik düzenlediği bir türkü yarışmasına birlikte katılmıştık. Canlı performans sergileyen öğrencileri hayranlıkla dinleyen Bekarlar, program sonunda alınlarından öpüp tebrik etmişti. Çocuklara müziği tanıtmak adına birbirinden güzel çalışmalara imza atan Volkan Yaran'ı emekleri dolayısıyla tebrik eden Bekarlar, “Keşke diğer branşlarda da öğretmenlerimiz bu tarz projeler hazırlasa.” demişti. Var tabi ki öyle öğretmenlerimiz de var, çoğalmalarını diliyorum.
İngilizce kampına katılarak konuşma dilini çok kısa bir sürede öğrenen, okulunda müzik yeteneğini sergileyebilen ve bunun gibi birçok fırsatların verilerek yaşayarak öğrenmelerini sağlayan yöntemler bulunmalı. Bunlar için fırsatlar da verilir. Destek de sağlanır. Yeter ki isteğimiz olsun.
Diğer branşlardan çok daha zor olan yabancı dil öğretiminin artık değişik çalışmalara ihtiyacı var. 500 TL'lerle olacak iş değil. Aldığınız kitaplar yeterli değil. Çocukları sınıflara hapsedip diğer branşlar zaten zor, hele yabancı dili hiç öğretemezsiniz. Bizdeki kafa değişmedikçe bir arpa boyu bile yol alamayız.

YORUM YAP