Bir varmış, bir yokmuş… Dünyanın unutulmuş bir köşesinde, küçük bir kız varmış. Ne gökyüzünün mavisinden haberi varmış ne de umut denen şeyin ne anlama geldiğinden. Fakirliğin soğuk duvarları arasında doğmuş, cehaletin gölgesinde büyümüş. Sessizce varlık sürerken, dünya onu fark etmemiş. Kendini hep saklamış, görünmezliğe sığınmış.
Ailesinde sürekli kötü olanları görmüş, kırık umutları, yorgun yüzleri, sevgisiz sözleri. Kalbi, çocuk yaşta ağır yükler taşımış. İçinde bir ışık varmış ama kimse fark etmemiş. O ışık, sadece kendi geleceği için değil, tüm karanlık dünyası için de bir umut kıvılcımıymış.
Büyüdükçe fark etmiş ki hayat, yalnızca görünenlerden ibaret değilmiş. Kötülüklerin arasında bile iyiliği bulmak mümkünmüş. Kendine bir söz vermiş: “Karanlığa teslim olmayacağım.” Yolculuk oldukça zorluymuş; dikenli yollar, engeller, yorucu günler… Pes etmek olmazmış. Gerçek güç, en imkansız anlarda bile bir adım atabilmekmiş.
Zamanla o küçük kız, büyümüş ve hayatın acımasız yüzüne rağmen kalbindeki iyiliği kaybetmemiş. Sessizliğe, korkularına, hatta kendi içindeki karanlığa baş kaldırmış. Anlamış ki yaşam, yalnızca nefes almak değilmiş. Yaşam, mücadele etmek, düşmekten korkmadan yürümek, kaybolmaktan çekinmeden aramakmış.
Bir gün anlamış: Bir varmış, bir yokmuş denilen hikâyede, asıl mesele ‘var olmayı' seçmekmiş.