Bayram ettik, tatil yaptık, yoğun iş temposundan bizleri zorlayan yaşam şartlarından mümkün olduğunca sıyrılarak nefes almaya çalıştık.
Pazartesi itibariyle ötelediğimiz, ertelediğimiz birçok konuyu ateşi yükselen haliyle kucağımızda bulacağız.
Bütün dünya pandemi etkisi, kaynak yetersizliği, savaşların etkisinde yeni bir krizin sancılarını yaşarken bizde işler her zamanki gibi daha da ciddi. Türkiye dünyadaki sorunlara ilaveten 15 Temmuz ve ciddi bir mülteci akını, mental yorgunluğunun izlerini taşıyan, hatta yaralarını sarmaya çalışan bir iktidara sahip.
Bir süredir “Sağlığımız yerinde iyiyiz” diyebiliyorduk. Sanki bu şansımız da yavaş yavaş tükeniyor.
Zamanın mı, salgının mı, şartların mı etkisi fark etmiyor. Kendisi olmasa bile eşi, dostu hastalanınca insanın ağzının tadı kaçıyor.
Bireysel zorluklar, toplumsal sıkıntılara kıyasla daha kolay aşılıyor. Çoğunluk iyiyken, bazılarının kötü durumda olmasının telafisi daha mümkün oluyor. Ama şartlar büyük bir çoğunluğu duvara dayamışsa işin rengi değişiyor, toparlama ihtimali güçleşiyor.
Dikkatli olup, bazı tedbirleri almamız, bazı şeyleri değiştirmemiz gerekiyor…
Geçen bir yerde okumuştum. Sorunlarımızın önemli bir bölümünün tüketim alışkanlıklarımızdan kaynaklandığını… İlişkide bir sorun oluyor düzeltmek yerine noktalayıp yenisine geçiyoruz. Elektronik bir alet bozulunca tamir yerine yenisini alıyoruz. Daha da vahimi bozulmadan yeni modeli çıktığı için de yenilerini satın almaya başladık.
Ruh ve beden sağlığımız için gerekli şeyleri imkanlarımız dahilinde sağlayıp, ihtiyaç sıralamamızda olmazsa olmaz durumunda olmayan şeylerde tasarrufa gitmek zorunluluğu geleceğimiz için artık şart.
Sahip olduğumuz şeylerin kıymetini de bilelim. Hiç birini kolay elde etmediğimizi asla unutmayıp, kaybettikten sonra çare arayışlarının beyhudeliğinde diz dövmeyelim. Hiç kimsenin hayatı dışarıdan ne kadar toz pembe görünürse görünsün o kadar da değil. Her yaşam kendi içinde temelde aynı devinimleri içerir. Sadece kişiliğiniz, ruhunuz ve bilginizle bunları yönetmek, dengelemek yetisi size ait. Evet, başınıza gelen hiçbir şeyin sorumluluğunu dışarıda aramayın.
Türkiye'de yaşamak belki hiçbir dönem kolay olmadı ama her güzel şeyin bir bedeli olduğunu zaten bu zamana kadar çoktan öğrenmiş olmamız gerekirdi.
Bugün hoşumuza gitmeyen pek çok şeyin tek bir sorumlusu asla olamaz. Bütün suçu A kişisi ya da B partisine yıkıp işin içinden çıkamayız. İşleri bu duruma hep birlikte getirdik. Beraberce de çözümü sağlamalıyız. “Ben filanca partiye hiç oy vermedim neden sorumlu olayım ki!” diyenler bir de şöyle düşünsün, ‘Değişmesi için nasıl bir çaba gösterdin ve ne kadar başarılı oldun!?'
Tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirelim derken, bence yaşam ve yönetim şeklimizle alakalı da iyileştirme gerekli. O dilimizden düşürmediğimiz demokrasi ve özgürlükler sözcüklerinin anlamını özümseme zorunluluğumuz artık kaçınılmaz. Ya bu acı ilaçları içeceğiz ya da hastalığın bizi yere sermesine teslim olacağız! Demokrasi ve özgürlüklere vurulan her ket, geleceğimizi karartıyor.
“Ben mi yapacağım bunları?!” demeyin sakın. Biz değişmeden ne bu toplum değişir, ne de şikayet ettiğimiz şeyler gündemimizden gider.
Geçen bir ağabeyimle konuşuyorum işlerden güçlerden dertleştik biraz… “Biz emeğimizle çalışıyoruz, haksız, hukuksuz işimiz yok ki ne korkuyorsun Allah yardım eder…” dedi.
İnsan elinden geleni yaptıktan sonra olup bitene de direnmek yerine teslim olmasını bilmeli. Biten şeylerin sona ermesi için gösterilen direnç belki yeni ve çok güzel gelişmelerin önünü tıkayandır, kim bilir ihtiyacınız olan huzurun kendisi de çıkıp gelebilir hayatınıza.
Ruhunuzu sevdiğiniz, size iyi gelen şeyler ile beslemeyi ihmal etmeyin, içinizdeki umudun çiçeğini susuz bırakmayın.
Herkese yeni hafta ile birlikte hayırlı, bereketli işler, güzel gelişmeler, tüm hastalara acil şifalar, darda kalanlara çareler diliyorum…