Kötü olayları unutarak üstesinden gelmeye çalışırım… Belki de bu yüzden veya gerçekten daha kötüsü olmadığı için son dönemde dünya ve Türkiye'de yaşanan acılar yüzünden hayat enerjim sıfırın altında… Türkiye'ye mi yanayım, yanı başımızdaki Halep'te olup bitenlere mi, şaşırmış vaziyetteyim…
“Top yere vurmadan sekmez” diye düşünüyordum daha bir kaç gün öncesine kadar… Bizim top öyle bir çakıldı ki toprağa değil sekmek, yer üstü seviyesine çıkarmamız bile mucize gibi görünüyor… Topun elinde olduğu kişilerin de ne yaptıklarını bildiklerine dair ciddi şüphelerim var… En kötüsü de bu galiba…
Sürücüler için bir başkasının kullandığı otomobilde yolculuk yapmanın yarattığı hissiyat üzerinden empati yapalım. Çok iyi sürücü olsa bile manevralarını görüyorsunuz son anda ama alacağı tedbir gerçekleşene kadar ‘dikkate aldı mı, almadı mı' ikilemi beyninizi kemiriyor. Hele bir de sürücü özensiz ise… Normal araba için bunu söylüyorum…
Şimdi bir de yüklü bir kamyon düşünün… Sürücü sağ sinyal veriyor, sola sapıyor… Fren lambası çalışmıyor, aracın balataları uzun süreli kullanımdan sıyrılmış… Bir de sürat yapmaya kalkılmıyor mu sürücü?
Bu yaşadıklarımız bir sınav kuşkusuz… Sınanma şeklimiz ne kadar kötüyse, bunların üstesinden başarıyla gelmemiz o kadar muazzam bir şey olur. İşte herkes onun için sıkmış dişini sabrediyor… Diş sıkmak, kemer sıkmaya da benzemiyor hem; zordur haaa…
Her kötü şeyin iyi bir tarafı vardır derler ya; gerçekten öyle… Şöyle ki çok pahalı, ağır bir PR çalışması olarak kabul görür de Emniyet güçlerinin belli bir kesimin nezdinde sahip olduğu sevimsiz algıyı yerle bir etti son saldırı sonrası yaşananlar… Bana bir hafta önce ‘Çevik Kuvvet sende ne çağrıştırıyor?' deseniz orantısız güç kullanımı ilk aklıma gelen şey olurdu… Pek tabi ki emniyet güçleri güvenliğimiz, toplumsal huzurumuz için çalışan, başımız derde girince yardım çağrısında bulunacağımız ilk insanlar…
Benim kişisel hafızamda yer almaları pek şansız oldu belki de ondan belli önyargılarım var… İlk tanışmamız oldukça sevimsizdi. (Ankara'ya gelmeden önce doğru düzgün Bulgaristan'da polis bile gördüğümü anımsamıyorum. Belki üç beş defa trafik kontrolünde. Onda da babam bir kaç duble devirdiği için sürücü koltuğunu araba kullanmaya bir türlü ısınamayan anneme terk ettiğinden, acemiliğinin hissettirdiği güvensizliğin travmaları ağırlıkta…) Üniversitede birinci sınıftayız, 18 yaşındayım fakülte binası içinde kilitli kaldık. Eyleme müdahale için gelen polisler ilk iş protestocular sınıflara kaçmasın diye okulun kapılarını kilitleri. Müdahalenin şiddetini gören hocalarımız kapıyı kırmak için zorluyor bir yandan da; asi öğrencilerinin maruz kaldığı muameleye her şeye rağmen gönülleri razı değil… Daktilo sınıfının penceresinden gördüğüm şey hala dün gibi gözümün önünde… İki çevik kuvvet polisi kız öğrenciyi kollarını arkaya dolamış polis otobüsüne sürüyerek götürüyor. Araca binme konusunda direnince iki polis daha müdahale etti birinin öğrencinin saçlarını kavrayışını tarif etmek istemem… Otobüsün içinde olup biteni de görüyoruz işin acı tarafı…
Bizim okulda eylem de bitmedi, polis öğrenci kovalamacası da… Ne okulun kaldırım taşları üzerinden öğrencilerin polisin olaylara müdahalesine karşılık vermesi kabul edilebilir ne de güvenliğimiz için fiziksel müdahalenin hoyratlığı… Ama maalesef bizde birçok alanda işler bu minvalde ilerliyor… Ah güzel memleketimin güzel insanları… Önemli bir iletişim sorunumuz var… Konuşamıyoruz, sınırlarımızı bilmiyoruz bu şekilde harekette düzeltelim, yoluna bir şeyleri koyalım derken dümdüz ediyoruz. Artık altında kalanlar ezilir mi, sakat mı kalır; Allah'ım sen bize doğru yolu göster…
Beni asıl dehşete düşüren şey biraz da sanıyorum bizi koruyacağına inandığımız, güvendiğimiz bir kesime bu denli yıkıcı bir saldırının yapılmış olması… Yaşam hikâyeleri ortaya çıkınca zaten insan olanın kanı donuyor…
Uzun lafın kısası ben artık bir polis gördüğümde, insandan çok robota benzeyen çevik kuvvete denk geldiğimde onların da bizden birileri olduğunu bilerek yaklaşacağım… Kızmayı bir kenara bırakıp anlamaya çalışacağım… Onları gördüğümüz her yerde artık önyargı kanatlarımızı takıp uzaklaşmak yerine, gözlerinin içinde hisselikleri, yaşadıklarını görmeye çabalayacağım…
Halkın desteği sadece siyasette mühim olan bir şey değildir… “Polis-Halk”, “Asker-Halk el ele” söylemleri sadece sloganlarda güzel durmaz, hayata geçirin bakın yaşamda da ne kadar asil ve özel etkiler yaratıyor…