Uzun mu uzun bir bayram tatilinin ardından rutin hayata dönmek pek kolay değil elbet. Özellikle tatil boyunca nüfusu oldukça azalmış İstanbul'un rahatlığına bu kadar kolay alışmışken…
Bilhassa Suriyeliler'in gelişinden sonra artık çekilmez bir noktaya tırmanan İstanbul nüfusu artık katlanılabirlik seviyesinin çok çok üstünde. Bu sebeple artık (İstanbul Eyüp'te yer alan) üniversitemden de mezun olmakla birlikte İstanbul ile olan alakamı olabildiğince minimuma indirmeye karar verip Silivri'de bir işe girdim. Mümkün mertebe Bakırköy'den öteye geçmemeye çalışıyorum, sinirleri pek sağlam olmayan herkese de aynısını tavsiye ederim.
Artan nüfus elbette yalnızca İstanbul'un sorunu değil, dünyada ki pek çok yerleşim biriminde aşırı kalabalıktan şikâyetçi insanlar. BM'nin araştırmasına göre 2100 yılında dünya nüfusu 11 milyarı aşacak. Dünya'nın kaynaklarının da elbet bir sınırı olduğu düşünülürse, bu nüfus nasıl azaltılmalı?
Dünya nüfusu bir şekilde azalır da bu, sağda solda sıklıkla dillendirildiği gibi savaşla veya salgın hastalıklarla gerçekleşmez. Evrim teorisinin de gösterdiği gibi canlıların dünyadaki en büyük hedefi hayatta kalabilmek ve genlerini bir sonraki nesle aktarabilmektir. Bu durumda canlıların en büyük hedefi genlerini bir sonraki nesle aktarabilecek kadar hayatta kalabilmektir. Bunun konumuzla ilgisini birkaç örnekle açıklayayım.
ABD'de 11 Eylül'den 9 ay sonra, Türkiye'de de 17 Ağustos depreminden 9 ay sonra bebek doğumlarında bir patlama yaşandı, merak edenler araştırsın. Genelde ülkelerde travmatik olaylar yaşandıktan 9 ay sonra bebek doğum sayılarında çok büyük artış gözlemleniyor çünkü insanlar da doğadaki tüm canlılar gibi varlıklarını tehdit altında gördüklerinde üreme içgüdüsüyle donatılmış durumdalar.
Mesela ikinci dünya savaşı bittikten hemen sonra Avrupa ve ABD'de 100 milyondan fazla çocuk dünyaya gelmiş ve bu nesle "baby boomers" adı verilmiş. Savaşın travmasından dolayı insanların üreme oranı savaş öncesine göre 3 kat artış göstermiş ve bunun eski normallere dönmesi en az 20 yıl sürmüş.
Bunun tam tersi de mevcut. Mesela Hindistan'da çocuk ölümlerinin çok yüksek olduğu bir kasabaya tam teşekküllü ve son teknoloji ürünü yeni bir hastane yapılıyor ve çocuk ölümleri birden bire düşmeye başlıyor. Bundan sonraki yıllarda insanların hamile kalma oranı da büyük bir düşüşe geçiyor. Aynı şekilde Afrika'da savaşların bitip barış ortamı olan ve çocuk ölümlerinin azaldığı ülkelerde hamilelik oranlarının da azaldığı biliniyor.
Bugün dünyada en huzurlu, refah dolu ve sakin ülkeler en düşük doğum oranlarına sahiptir çünkü insanlar belli bir rahata ulaşınca Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinin gösterdiği gibi üreme dışındaki dürtülere öncelik verirler. Bugün Afganistan gibi sürekli savaşla boğuşan yerlerde ortalama doğum oranı 5-6'yken İsveç, Norveç gibi ülkelerde 1-2 olması şaşırtmamalıdır.
Suriye'deki savaştan kaçan mültecilerin bu halleriyle daha fazla çocuk sahibi olmasının sebebi de bu bahsettiğim teoridir bana kalırsa. İnsanlar belli travmalar yaşayıp kendi varlıklarını tehdit altında gördüklerinde üreme dürtüleri artıyor. Bugün bir hastalık salgını veya savaş olursa ilk etapta dünyanın nüfusu biraz azalsa da uzun vadede daha ivmeli bir şekilde artacaktır. Bunun yerine tüm dünyaya refah, sükûnet, barış ve huzur ortamı gelse dünya nüfusu hızla düşmeye başlayacaktır çünkü insanlar kendilerini tehdit altında görmedikleri için daha az çocuk sahibi olacaktır. Sürekli çocuk ölümlerinin olduğu, hastalık salgınının yaşandığı, savaşlarla geçen bir toprakta genlerinizi bir sonraki nesle aktarabilmek için belki 6-7 çocuk yapmanız gerekecektir ama huzur ve refahla dolu bir yerde 1 çocuk bile bu iş için yeterli olacağı için üreme dürtüleri arka plana atılacaktır.
1979'dan beri iç savaşla boğuşan ve 2001'den beri Amerikan işgali altındaki Afganistan'da nüfus 15 milyondan 37 milyona fırlamış. 2003'ten beri savaş halindeki Irak'ta da 15 yıl gibi kısa bir sürede nüfus 26 milyondan 32 milyona fırlamış. Dünyada en yüksek doğum oranına sahip ülkeler aynı zamanda en fazla çocuk ölümünün yaşandığı ülkelerken dünyada en düşük doğum oranına sahip olan ülkeler en düşük çocuk ölümü oranına sahipler. Bu sadece ülkeler bazında değil aynı ülkenin çeşitli şehirlerinde bile elde edilen bir veri. Mesela ABD'de çocuk ölümlerinin en yüksek olduğu eyaletler aynı zamanda doğum oranının da en yüksek olduğu eyaletler. Çocuk vefat oranının en yüksek olduğu demografik gruplar (mesela güney eyaletlerinde yaşayan siyahiler) aynı zamanda en yüksek doğum oranına da sahipler. Bu yüzden dünyanın nüfusunu azaltmak istiyorsak savaş ve hastalık salgınından ziyade barış ve refah ortamı sağlamak lazım.