Dün akşam ofiste işler bitmek üzere sevgili eşim aradı; "Burnumdan dikişleri aldırdım yemek falan yapacak durumda değilim" diye bildirdi. 'Bir şey yiyecek halim yok zaten yapma' dedim.
Eve gittim, tipik Pazartesi sendromu yorgun argın…
Kapı çaldı karşı komşumuz Necibe Abla, "Yorgun geldin. Bi tabak ver yemek getireyim" dedi. Bir tabak zeytinyağlı pırasayı girdi mutfağa bıraktı… Boş bir tabak daha aldı sucuklu kuru fasulye getirdi… Bir şey yiyecek hali olmayan benim gözler fal taşı gibi açıldı tabi.
İlhan, 'Paylaşalım falan' ayakları yaptı ama hiç oralı olmadım… Kuruldum masanın başına keyifle taze ekmeğimi bandırıyorum tabağıma…. Of ne lezzet! Hiç âdetim değil cep telefonumu eve gelir gelmez kapattığım için sevgili eşimin telefonu çaldı. Üst komşum Yasemin, "Kabak tatlısı yaptım. Biri gelsin alsın. Çıkamıyorum (Deniz'i var bir tane dünya tatlısı 1,5 yaşında bırakamamış)… Kuru fasulyenin başından kalktım, kabak tatlısında gözüm yok ama Deniz'i göreyim, müsaade ederse yanağından bi öpücük çalayım. Yasemin, tabağı uzatıyor "Yemeğin var mı?" diye soruyor. Necibe ablanın getirdiğini söyleyince, bizde yemek pişmediğini anladı tabi. Tepeleme bir tabak taze fasulye tabağı daha sıkıştırdı elime. Deniz'den de bir yanak aldım. Deymeyin keyfime.
Kim demiş komşuluk ilişkileri öldü diye… Bizim apartmanda yaşıyor valla…
İyilik de ölmedi ben biliyorum…
Cumartesi günü İbrahim Yirik ve Şerife Baldöktü Anaokulu açılışlarını takip ettim. Pek habere gitmişliğim yoktur ama bu iyi geldi…
İyiliğin sihri yüzünüzü, gözünüzü okşuyordu…
Haydar Yirik ve eşi kaybettikleri oğulları İbrahim Yirik'in anısına yüzlerce çocuğun geleceğine temel oluşturacak bir eğitim yuvası kazandırdı Ortaköy'e. Evlat acısının başka bir şeye benzemediği tespiti beynimize kazınmışken, mutluluk ile mutsuzluğun bir garip dansıydı açılışta takip ettiğimiz. Kaybedilen oğul ile ilgili duyulan acı ilk günkü gibi taze, uğruna yapılan ölümsüzlük eseri ile adının yaşatılması o kadar anlamlı.
Mekânın Cennet olsun Merhum İbrahim Yirik, binlerce çocuk adınla anılan okulda hayata hazırlanacak. Sevenlerinden seni erken, zamansız kopartacak kadar kısa kalan hayat!
Bir tarafta ölümsüzlüğün çaresine baktık, diye duygulandım oysa Baldöktü Ailesi'nin 50 evlilik yıldönümü anısına yaptırdığı anaokulunda sırf mutluluk olmalıydı ama yine dalıp dalıp hayallere, özlemlere sürüklediler bizi. Allah nazarlardan saklasın, ömürlerine ömür katsın! Nurullah Baldöktü eşini kapıda karşıladı, el ele girdiler salona. Bir biri bir diğeri konuştu yerlerine geçerken yine sarıldılar. Çocukları, torunları hayranlıkla takip etti büyüklerinin ortaya koyduklarını…
Sevgilerin kolayca alışkanlığa dönüştüğü günümüzde, evlilik yıldönümünde on binler değerinde pırlantalar, mücevherler, dünya seyahatleri hediye eder bir birine varlıklı insanlar, anaokulu yaptırmanın neyin nesi olduğunu Baldöktü Ailesi öğretti bize.
Her zamanki incelikleri, misafirperverlikleri ile konuklarının ruhunu okşadılar.
İyilikleri bir sihir gibi, en azında benim için günlük tantanalardan kabuk bağlayan duyarlılığımı besledi. Anaokulu'na gidecek çocukların şansı ayrı bir mevzu. Anne ve babalarının en kıymetli varlıklarına sağlayamadıkları ortamı bir başkası, devlet himayesinde onlar için düşünüp oluşturmuş da olabilir.
Kuş gribi, Domuz gribi neden iyilik ve güzellik böyle bulaşmaz da hep kötü şeyler salgın halinde çoğalır!? Siz güzel şeyler düşünün yine de…
Dün sabah yorgun argın uyandım. Bütün gece rüyamda ofisteki elemanlarla sırasıyla kavga ettim. Kahvaltımı yaparken ağlamaklı bir arkadaşım aradı, "İyi misin?" diye sorduğunda 'kesin kötü bir şey oldu' diye içimden geçti. "Rüyamda trafik kazası geçirip öldüğünü gördüm" dedi. İçim ürpermedi değil. Şimdilik hayattayım. Bu konuda daha fazla yazmak istemiyorum… Ama şu ölümlü dünyada ne bize biçilen ömrün süresini ne de hayatın sunacaklarını bilmeden yaşadığımızı unutmayalım!
"O kadar güzel konuların ardından bu oldu mu?" demeyin. Hayatın gerçeği bir yana bize sunduklarını güzelce yaşamak başka yana. Kendimiz eninde sonunda gideceğiz, arkamızda miras adımızın kaç gün ve ne şekilde anılacağını belirlemek elimizde olan.
Çok derin mevzulara daldım bu yazıda değil mi? Şimdi Silivri Belediyesi'nin son Yunanistan çıkartması hakkında fikrimi merak edenler vardır aranızda. Organizasyonun bir kısmını gerçekleştiren ve katılanlar arasında eşim olunca doğal olarak susmam lazım. Övülecek bir tarafını da göremiyorum açıkçası. O kadar insan da katıldığına göre gerçekleştirilmesine gerek varmış anlaşılan. Off hiç evirip çeviremeyeceğim konuyu, kimsenin kalbini de kırma gücünü, isteğini kendimde bulamıyorum bugün. Kocaman insanlar, benim aklımın bana bile yetmediği zamanlar var… Her şeyin bir vakti zamanı, ayarı var bana göre… Silivri Belediyesi'nin öncelikleri bana ve yönetime göre farklı yollara sapıyor ara ara…
Üzmek değil niyetim kesinlikle ama Silivri Belediye Başkanı olarak değil, Özcan Işıklar'ın garip bir kaçış oyunu oynadığı izlenimine kapılıyorum kenardan bakınca. Bir arayış, son derece yorucu bir çaba… Bir uzaklaşıyor bi tahmin edemeyeceğiniz kadar derinlerde Silivri ile meşgul oluyor… Bir şeyin olamayacağını söylemenin şahsi kırıcılık olmadığını henüz kendine anlatamadı sanki. İnsanları üzmeme gayreti var çok iyi anladığım ama hak, hukuku göz ardı ettiğinde bu uğurda herkesten fazla kendisinin üzüleceğini, ona inanan ve güvenleri hayal kırıklığına uğratacağını bile bile bazı davranışlarına erdirecek akıl bende yok anlaşılan.
Şu kadar zamandır tanışıyoruz hiç kötü bir sözüne şahit olmadım. Atıp, tutup, karşı dağları yıkma arzusuyla kıvranan bir adam izlenimi verecek en ufak bir hareketini görmedim. Hayat zor, kolay iş yok Silivri'yi yönetmek büyük sorumluluk. Tek kişinin omuzlarına bırakılmayacak bir yük! Paylaşmak, güvenmek, dayanışmak, destek çıkmak gerek! Hoşgörü, sabır, anlayış saçıyorum bugün… Etrafımdaki iyi insanları gördükçe cadılık yapamıyorum!