İnsan ki, yeryüzündeki bütün canlılar içinde ölümü tek bilen, hisseden, ölüm karşısında çaresizliği, yavaş yavaş tükenip yok olmayı ölçendir. Onun haricinde tüm canlılar öleceğinden habersiz, çatışmasız, sevgiyle yaşarlar. Böyle olduğu içinse yıkıcı, kırıcı, doğanın habis, kanserli parçası olmamışlardır varoluştan bu yana. Bu hakiki tansık âdemoğlunun dingildek, kargışlanmış, kararmış ruhuna feryat, isyan hatta uyarı kıymetinde anlaşılmalı. Yüzümüzü güneşe, tinimizi parçası olduğumuz doğanın eşsiz bilgeliğine ve aklına dönme erdemini tekrar oluşturabilmeliyiz bir an önce. Ancak insan soyu dar-sınırlı ömründe ölümü ensesinde, peşinde hissettiğinden mülkiyete, sahip olmaya; kendini sahip olduklarıyla direnmeye, ölümü öyle yenmeye beyhude koşullandırmış, çabalamıştır ahir ömründe. Boşu boşuna bu hastalıklı tutumunu içinde kanunlaştırmış, inancının polat yanı, emperyal düzeneğin iğrenç, sevimsiz maskı olarak geçirmiştir gerçek ölümsüzlük olarak bildiğimiz sevgi özümlemesinin üzerine. Varılan, görülen nokta ise, artık insanların kendilerine, dünyaya, evrene saygı, sevgi beslemedikleri gerçeğidir! Kalp ve akıl semantiğinden uzak, aptal, çont yaşamlar inşa ettiğimiz budalalığıdır. Halbuki, "Severek yaşamak, ölüm dahil her şeye en büyük meydan okumaktır" değil mi?
MEMO'YA
Dingin sesi kulağımda. Arayıp halleşelim dedim ya, Selçuk ağabey havlanmış sesi, derin hisleriyle yaban güllerini, uruşkanları, kengerleri getirdi koydu içimin kubarmış hüzünlerine. Çapayı küreği fırlatıp attım kendimi bahçeden. Tez güç verdim adımlarıma. Yürü dedim, yürü yüreklerin yalım yalım olduğu dostluk, devrim hazzıyla… Yürü üstüne üstüne, tükür yüzüne celladın. Ihırcık demine ve saatine ulaştırdı adımlarım ve düşüncelerim derakap beni. Batmak üzere olan güneş sararmış büyükçe bir portakal gibi asılmış akşamın güzelliğine. Deniz esintisi, koyakların bin bir kokulu harmanı, kuru ot kokusu ve zamansız vedalar içimde. Yürüyorum… Bilmesem de, hiç görmesem de, adım adım içim ığranıyor, titriyor Memo'ya. Değil mi ki devrim yolunda azaldık arkadaş, tez kuşanmalıyız türkülerimizi hüznümüzün keskin, abanoz yalnızlığımızın üstüne. Onurumuz büyümüş, yürümüş, konurlanmış; muhtaç olmayız, boyun eğmeyiz, azımızı çok ederiz polat sabrımızla âlemde. Tükenen ve diz çöken olmayız sevgi ve sevinin ulu gölgesinde. Zira gölgesi olmayan adamlar değiliz yürüdükçe içimizde devleşen devrim yolunda. Gölgesi olmayanlardan hep korkarım dostlar. Korkarım, korkarım! Gölgesi olmayanın ışığı da yoktur çünkü! Pıtrak, ekin, kır lalesi, çiğdem, salep çiçeği, madımak otu, nergis bilmez gölgesizler. İnsanın ışığı ve güneşi varsa kalpten görür çünkü. Biz Memo'yu hiç görmedik ama Selçuk ağabeyin kalbine baktık bu akşam. Türküleri gördük, ılık ılık akan, ılgın ılgın kokan ağıtları duyduk o'nun sesinden. Dostluğu, sevdayı, aşk ile yanmayı gördük. Ölçertin ateşi, coşturun dereleri, taze naneler takın yakanıza, çınarları koyun ruhunuza Memo'yu uğurluyoruz. Aşkın demine devranına ulaşamayan ve gölgesi olmayan gelmesin...