Belediyenin otoparkı dolu olunca, heykele kadar çıktım ve arabayı, sevmediğim o sidik kokulu yere bıraktım…
Güneşli bir pazartesi günü, havanın güneşli olması sizi yanıltmasın, serin de.
Haftalardır her pazartesi, günün farklı zamanlarında nüfus idaresine gidiyorum ve kalabalığı görünce işimi halledemeden, geri dönüyorum.
Bu defa öğle molası, idarenin açılmasına daha yarım saat var.
Vatandaş kapının önünde toplanmaya başlamış, insanları sıraya sokan, elektronik cihazdan numara alacaklar, bekleyecekler… Kapıda, ellerindeki küçük kâğıtlarda yazan rakamla aynı rakam yanınca, heyecanla fırlayacaklar…
Fatih Camiini geçip, Borsa Meydanı’na yürümek niyetindeyim…
İlkokullu zamanlarda, yaz aylarında, ta bizim mahalleden yürüyerek Kuranı Kerim öğrenmeye gelirdim bu Camiye…
Adını anımsamadığım, bıyıklı, orta boylu, göbekli bir hoca vardı.
Yaramazlıklarımızla kızdırırdık adamı!
Yine isimlerini hatırlamadığım arkadaşlarla güreştirirdi bizi...
Ortaokulu bitirip, liseye gideceğim sene bir alt sokakta nalburda çalışmıştım…
Köfte ekmek almaya Köfteci Orhan’a gönderirlerdi beni, o zaman Fatih Camiinin tam karşısında, ahşap masaları muşamba kaplı, küçücük bir dükkânı vardı.
Kalabalık olurdu çok iş yapardı…
Şimdi eski dükkânının tam yüzünde daha büyük bir köftecisi var.
Borsa Meydanına inmekten cayıp, dalıyorum içeriye, yine kalabalık…
Ne olursa olsun, kime kokarsam kokayım diye düşünüp, tam tekmil işkembe çorbasını indiriyorum mideye…
Ardından Tekirdağ Köftesi, yanına köpüklü ayran…
Nüfus’a dönüyorum tekrar, sıranın bana gelmesi mümkün değil, haftaya pazartesiye erteliyorum işimi…
Pasaj içinde, seyrek gittiğim kitapçıda alıyorum soluğu…
Yan tarafta dönerci olduğu için, dükkân önüne çıkarılmış kitaplar, pişmiş tavuk derisi kokuyor, aradığım özel bir şey olmadığı için, raflara, bakıyorum öyle…
Araya sürekli yenilerini sıkıştırdığım için, ev; yarısı okunmuş, can çekişen kitaplarla dolu…
Selim İleri’nin Melun’u var mesela, ocak ayından bu tarafa cebelleşiyorum, Sayru Bey, defterlerini kitap yapmış, Matmazel Zizi ölünce üzüldüm tabi, son yirmi sayfası kaldı, o kafaya gelince bitireceğim.
Yaşar Kemal’in Ada Hikâyeleri serisinin ilk kitabı; Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana adlı romanı haziran ayında tatilde bitirdim, İkinci roman, Karıncanın Su İçtiği, son elli sayfada…
Sunay Akın’ın Ay Hırsızı ve Sait Faik Hikâyeleri sürekli elimin altında…
Saçları seyrek olmasına rağmen, atkuyruğu yapmış, iri yarı bir arkadaş giriyor içeriye, elinde liste var.
Kitap kurdu belli…
Özellikle Tess Gerritsen romanları soruyor… Polisiye, gerilim yazıyormuş, haberim yok.
Böyle kitap isimleri geçiyor ya yazının içinde, adam kendini allayıp pulluyor diye geçmesin aklınızdan mevzu oraya geldi diye karalıyorum, hoş ne düşünürseniz, düşünün, bana ne!
Bu Tess, dâhiliye uzmanıymış, yazacağım diye bırakmış işini, kitapçı "Cerrah” adlı romanını tutuşturunca elime, can sıkıntısından, pazartesi, akşam yemeğinden sonra öyle başlayıverdim
Ah be arkadaş bir sardı, elimden bırakamıyorum…
Az önce de bitti, ne zamandır kitap yazısı yazdığım yok, bu kitabı anlatmayacağım da hangi kitabı anlatacağım diye geçirdim içimden, yazı pek kitap yazısına benzemedi fakat olsun…
…