Olmuyor işte, yapamıyorum. Bir yere kadar tahammül ediyor, sineye çekiyorum; sonra, bir an geliyor, devamlı bardağın dolu tarafına baktığımızdan mıdır nedir, bardaktaki suyun taştığı gibi taşıyor duygular -ve sözcükler- saçılıyorlar her bir yana; neyi ıslatacağına, kime zarar vereceğine, o saniyeden sonra hiç ama hiç aldırmıyor, konuşuyor, yazıyor ve söylenip duruyorum.
Gazetelerde yazılan övgü dolu haberlerin, sosyal medyada kullanılan fotoğrafların, paylaşılan mesajların arka planını görmeye çalışıyor zihnim. Bardağın boş tarafına bakmak istiyorum yani anlayacağınız. Ancak böyle zamanlarda “üç maymunu” oynayan insanların farkına varıyorum bir kez daha. Sonrası, yalnızlık…
Gülhane parkındaki ceviz ağacı gibi hissediyorum kendimi çoğu zaman. Hani, Nazım Hikmet' in bir şiirinden uyarlanan ve Cem Karaca'nın eşsiz yorumuyla beynimize kazınan o muhteşem şarkının sözlerinde olduğu gibi: “Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz/ ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında/ Budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.”
Böyle zamanlarda, hiç kimsenin -daha doğrusu, işine gelmeyenlerin- farkında olmadığı, görmezden gelmeye çalıştığı, muhalif familyadan biri olup çıkıveriyor insan.
Hatta bazıları, “denize düşen yılana sarılır” misali “hain” sözcüğüne sarılıp sizi suçlamaya kalktığında, bir anda “içimizdeki İrlandalılar”dan biri olarak gösterilmeye çalışıldığınızı fark edip, daha da celalleniyorsunuz elinizde olmadan.
Değeriniz mi düşüyor? Tabi ki hayır!
Ancak küçük bir muhitte yaşadığınızdan olsa gerek, bu güruhla yüz yüze geldiğiniz zamanlarda bir tuhaf hissediyorsunuz kendinizi. Üzülüyorsunuz çoğunlukla. Kızgınlıktan çok bu duygu ağır basıyor nedense. Bu insanlarla karşılaşmalar sıklaşıyorsa “pişmanlık” da ekleniveriyor üzüntünün peşi sıra. Keşke diyorsunuz, keşke yaşanmasaydı ve yazılmasaydı bunların hiçbiri.
Geçmişte yazdıklarınız, söyledikleriniz için kızıyorsunuz kendinize. “Sana mı kaldı ulan elin adamının yalakalığını, pişkinliğini, edepsizliğini yazmak; sana mı kaldı eksikleri, yanlışları dile getirmek! Sen de herkes gibi olsana; çoğunluğun yaptığı gibi görmezden gelip, şak şak alkışlayıp işine gücüne baksana… Yazıyorsun, konuşuyorsun, anlatıyorsun da ne oluyor… ne değişiyor? Sonuç, koca bir hiç!” diye düşünmeden duramıyorsunuz.
Duramıyorsunuz da…
Her şeyden elinizi eteğinizi çekip, “görmeden, duymadan, konuşmadan” bir köşeye çekilip oturabiliyor musunuz?