Bursa Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi 30 Eylül – 4 Ekim 2019 tarihleri arasında Organik Tarım Eğitimi düzenledi. Eğitim Programına Silivri Çevre Derneği adına Ömer Ölmez de katıldı.
Çevreciler, Silivri'de de gerek yöneticiler gerekse üreticilerin üzerinde önemle durduğu Organik Tarım eğitimi için Bursa'da Uludağ Üniversitesinin konuyla ilgili düzenlediği eğitimde buluştular. Silivri Çevre Derneği adına Ömer Ölmez'in katıldığı etkinlikte tarımın geleceği açısından önemli tespit ve bilgiler ele alandı.
ATAY: ORGANİK / EKOLOJİK TARIM; DOĞA VE EKOLOJİ İLE DOST YAŞAMAYI AMAÇLAYAN BİR SİSTEMDİR
Düzenlenen eğitim programında “Dünyada ve Türkiye'de Organik Tarım” konusunda bilgilerini paylaşan Yüksek Ziraat Mühendisi Arca Atay, şu detayları aktardı: “Organik / Ekolojik Tarım; Sentetik tarım kimyasalları ve ticari gübreler başta olmak üzere yüksek girdi kullanımına dayalı Endüstriyel tarımın insan ve hayvan sağlığı ile Ekoloji üzerinde yarattığı olumsuzlukları ortadan kaldırmayı, doğa ve ekoloji ile dost yaşamayı amaçlayan bir tarım sistemidir.
Bu tarım sisteminde sentetik gübre ve ilaçların, hormonların, genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO) tohumların kullanımı yasak olup, toprak verimliliği, hastalık ve zararlılardan korunmada uygun çeşit seçimi, ürün rotasyonu (ekim nöbeti veya ürün münavebesi), bitki atıklarının değerlendirilmesi, yeşil gübreleme, hayvan gübresi ve biyolojik kontrol gibi yöntemler esas olarak kabul edilmiştir.
“EKOLOJİK TARIMI İLKEL GİBİ YANSITMA ÇABALARI DOĞRU DEĞİL…”
Ekolojik tarımı ilkel, yetersiz ve neredeyse yapılması imkansız bir tarım sistemi olarak düşünen ve lanse eden endüstriyel tarım ve endüstriyel gıda destekçisi kişi ve kurumlar da mevcuttur. Halbuki, gerek besleme, gerekse yabani ot, hastalık ve zararlılara karşı sentetik ilaç ve gübrelerin kullanılmıyor olması bu tarım şeklinin ilkelliği anlamına gelmez. Aksine, ekim nöbeti, yeşil gübreleme, kompost, solarizasyon, istenmeyen böcekler için tuzaklar, yararlı böcek ve mikroorganizmaların doğal düşmanlar olarak istenmeyen böcek ve hastalıklara karşı kullanılması, küçümsenmeyecek derecede bilimsel temel, bilinç ve tecrübe gerektirir.
“BU TARIM YÜKSEK VERİMDEN ZİYADE ZENGİN BESİN İÇERİĞİNİ HEDEFLER”
Çünkü bu tarım sistemi yüksek verimden ziyade zengin besin içerikli, kaliteyi hedefleyen bir tarım sistemidir. Ana amacı toprak-bitki-hayvan ve insan arasındaki yaşam zincirinde üretim yeterliliğini sağlıklı bir şekilde sağlayabilmektir.
Tarla ya da bahçelerde ot ilacı kullanmamaktan ve bu sorunu iş gücü gerektiren fiziksel mücadele ile halletmek gerektiği için, ek bir işgücü maliyetinin doğması çok doğaldır. Bunun dışında diğer kültürel işlemlerin ek bir maliyeti olmadığı gibi endüstriyel tarımda yoğun olarak kullanılan sentetik kimyasalların Ekolojik Tarımda kullanılmıyor olması; çevre, ekoloji ve insan başta olmak üzere canlı sağlığı için büyük bir kazançtır. Ekolojik tarımda bunların maliyeti neredeyse sıfıra yakındır. Endüstriyel tarım girdilerinin üretim ve kullanımının Küresel İklim Değişikliğini tetikleyici unsurlar olduğu da unutulmamalıdır.
“EKOLOJİK TARIMA GEÇİŞ SÜRECİNDE, ÜRÜN VERİMLERİNDE BİR AZALIŞ OLMASI DOĞALDIR…”
Yıllardır konvansiyonel tarım sistemi uygulanan arazilerde Ekolojik Tarıma geçiş sürecinde, ürün verimlerinde bir azalış olması doğaldır. Çünkü yoğun sentetik gübre ve kimyasal ilaç kullanımlarıyla toprak zehirlenmiş ve fakirleşmiş, organik yapı, toprak mikroflorası yok edilmiştir. Dolayısıyla bunun geri kazanımı için bir süre geçecek ve bu süreçte verim, konvansiyonel üretime göre daha düşük olabilecektir. Sistem eskiye döndüğünde ise verim de yükselmeye başlayacaktır. Eğer ekolojik tarıma, daha önceden konvansiyonel tarım yapılmamış arazilerde başlanırsa ve ekolojik tarımın gereksinim duyduğu işlemler ekosistemin dengesini bozmadan yapılıyorsa, bir çok üründe birim alandan konvansiyonel tarım koşullarında yapılan üretim kadar verim alınabilmektedir.
Ekolojik tarımı küçümseyen görüşler dünyadaki Ekolojik Tarım Alanları artışının “açlığa” neden olacağını öne sürer. Halbuki bugün mevcut olan açlık, ekolojik tarım alanlarının artışından değil, açlık çeken ülke insanlarının gıdaya erişememesinden ve gıdanın eşit ve adil dağıtılamamasından kaynaklanmaktadır. Aslında dünyada tüm insanlığa yetecek, hatta iki misli nüfusu doyuracak bir besin arzı imkanı vardır. Güney yarımkürede gıdaya ulaşamayan insanların varlığı ve açlıktan ölen milyonlarca insan ile Kuzey yarıküredeki çöpe giden milyonlarca ton gıda ve sayısı bir milyarı geçen obez insan sayısını karşılaştırdığımızda, gıdanın ne kadar adil olmayan şekilde bölüşüldüğünü görebiliriz.
Ekolojik ürünlerin sağlıklı oluşu, içermedikleri tarım kimyasalı kalıntıları yanı sıra besin değerlerinin yüksek oluşuna da dayanır. Yapılan bilimsel çalışmalar Ekolojik ürünlerin besin içeriklerinin konvansiyonel ürünlerden daha fazla olduğunu kanıtlamaktadır.
ABD'de yerel tohum çeşitlerinden elde edilen ürünler ile marketlerden alınan endüstriyel tohumlardan elde edilen ürünlerin besleyicilik özellikleri karşılaştırılmış ve yerel çeşitlerin üstün olduğu saptanmıştır.
İngiltere'de, sebze ve meyvelerin mineral madde değerlerini içeren araştırmaların sonuçları karşılaştırılmış, 50 yıllık süre içinde sebzelerde kalsiyum, magnezyum, bakır ve sodyumda; meyvelerde ise magnezyum, demir, bakır ve potasyumda önemli düzeylerde gerilemeler saptanmıştır. Sonuçlar, bu düşüşlerin endüstriyel tarımın gelişmesinden veya çeşitlerin değişmesinden meydana gelebileceği şeklinde yorumlanmıştır. Çeşitlerin değişmesi ya da azalması Biyolojik Çeşitlilik ve Yerel Tohumlar üzerinde büyük bir risktir. Bu risk ise, sonuçta gıdamız ve gıda egemenliğimiz için bir tehdit ve tehlikedir. Araştırmacılar, toprağın biyo çeşitliliğini bozmayan yöntemlerin uzun vadede daha yüksek ürün verdiğini saptamışlardır. Ayrıca tarım verimliliği konusunda dünyanın 57 ülkesinde yürütülen 280 projede, gelişmekte olan ülkelerde geleneksel metodlarla yapılan tarımın gelişmiş ülkelerdeki teknolojik ve kimyasal destekli tarıma göre toprağa daha az zarar verdiği ve bu nedenle de daha sürdürülebilir olduğu saptanmıştır.
“İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELEDE, TOPRAĞIN FİZİKSEL VE KİMYASAL YAPISININ KORUNMASI, ÇOK ÖNEMLİ…”
İklim değişikliği ile mücadelede, özellikle de artacağı söylenen kuraklık sürecinde, toprağın fiziksel ve kimyasal yapısının korunması, organik maddece zenginleştirilmesi çok önemlidir. Zira unutulmamalıdır ki organik maddece zengin toprakların su tutma kapasiteleri çok daha yüksektir. Bozulmuş ya da organik yapıca fakir bir toprak ile organik maddesi ve su tutma kapasitesi yüksek toprağın bitkilerin su ihtiyacını karşılamadaki performansları çok farklıdır. Sadece bu özellik bile, neden ekolojik/organik tarımı tercih etmemiz gerektiğini ispatlar.
“ÜRÜNLERİN ÇOK DÜZGÜN ŞEKİLLİ OLMASINDAN ZİYADE İÇERİKLERİ ÖNEMLİ”
Ürünlerin çok düzgün şekilli ve albenili olmasından ziyade içeriklerinin ne olduğu önemlidir. Yapılan araştırmalar çeşitli ürün gruplarına göre organik ürünlerde konvansiyonel ürünlere göre besin değerinin ortalama % 20, antioksidan değerinin % 30 oranında daha fazla olduğunu göstermektedir.
Ekolojik tarımla ilgili tüm ulusal ve uluslararası kanun ve yönetmelikler, ekolojik ürünlerin tarladan pazar tezgahı ya da market raflarına kadar ki tüm aşamalarının izlenmesini, kontrolünü ve sertifikasyonunu zorunlu kılmaktadır.
EKOLOJİK TARIMIN TARİHÇESİ
Ekolojik tarımın gelişimini tetikleyen etmenler, endüstrileşme sürecinin tarıma da yansıdığı 1960'lı yıllardan itibaren kullanılan kimyasalların yoğunluğu ve bu tarım kimyasallarının çevre, ekoloji ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin görülmeye başlamış olmasından ve tüketicilerin daha sağlıklı besinler tüketme taleplerinin artmış olmasından kaynaklanmaktadır.
1900'lü yılların ilk yarısında Avrupa'daki bazı öncülerin toprak verimliliği kavramına farklı yaklaşımlar sergileyerek ekolojik tarımın temelini oluşturduğunu söylemek mümkündür.
1930'lu yıllardan başlayarak günümüze kadar farklı ülkelerde ve farklı boyutlarda gelişim gösteren ekolojik tarım, 1972'de IFOAM'ın (International Federation of Organic Agriculture Movements) kurulmasından sonra daha bilimsel temeller üzerinde büyümeye devam etmiştir.
1980'li yıllarda ticari boyut kazanmıştır. Geldiğimiz gün itibariyle dünya organik tarım ticaretine ve iç pazar tüketimine konu olan değer 80 milyar doları geçmiştir.
DÜNYADA ORGANİK TARIM
1999 da 11 milyon hektar alanda yapılan organik tarımın 2015 yılı verilerine göre toplam 179 ülkede 51 milyon hektara yaklaştığı görülmektedir.
TÜRKİYE'DE EKOLOJİK/ORGANİK TARIM
Ülke topraklarımız, iklim ve coğrafyamız geneli itibariyle aslında Ekolojik tarıma çok uygun olup, tarım kimyasallarının hiç ya da çok az kullanıldığı dönemlerde ekolojik tarımın sertifikasız şekli diyebileceğimiz doğal tarım koşullarında üretimler, yüzyıllardır yapılagelmekteydi. Özellikle 1980'lerden sonra tarım kimyasalları kullanımının artışı, örtü altı seracılığın gelişmesi, ihracat imkanlarının artışı, birim alandan daha fazla ürün almayı sağlayan hibrit tohumların devreye girişi ile önemli bir üretim artışı sağlandıysa da kullanılan tarım kimyasalları hem çevreyi hem ekosistemleri hem de insan başta olmak üzere canlı sağlığını tehdit eden boyutlara geldi. Bu sorunları bizden çok daha evvel kavrayan ve önlem arayışı içinde ekolojik tarımı ve bunun çıktısı olan organik ürünleri tercih etmeye başlayan bazı Avrupa ülkeleri Türkiye'den de organik ürün talep etmeye başladılar. Böylece ülkemizde Ekolojik-Organik tarım süreci, 1984-85 yıllarında başlamış oldu.
1992 yılında ETO -Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği kurulmuş, 1994 de ilk ulusal yönetmeliğimiz yürürlüğe girmiş, daha sonra yeniden düzenlenerek Temmuz 2002 'de yayınlanmıştır. 3 Aralık 2004 yılında Organik Tarım Kanunu yürürlüğe girmiş, 10 Haziran 2005 yılında Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik yayınlanmıştır.
AB'nin yeni mevzuatına uyumlu “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” 18.08.2010 tarihli ve 27676 sayılı Resmi Gazete'de, Yönetmelik değişikliği de 06.10.2011 tarihli ve 28076 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın 2012 yılı programında Organik Tarımın Geliştirilmesine ve Yaygınlaştırılmasına Yönelik “Ulusal Eylem Planı” hazırlanmıştır.
Bu sektörü desteklemek için Devlet çeşitli teşvik primleri ödemektedir.
Organik tarımla ilgili ülke çapında kontrol yetkisi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığındadır.
Organik Tarımın Yürütme ve İzleme Organları:
- Organik Tarım Komitesi (OTK)
- Organik Tarım Ulusal Yönlendirme Komitesi
- Organik tarım Birimleri (İl ve İlçe Tarım Müdürlükleri)
- Kontrol ve Sertifikasyon Kuruluşları olup gerek mevzuat gerekse yürütme ve izleme komitesi ve kontrol ve sertifikasyon kuruluşları bugün ileriki saatlerdeki derslerimizde detaylarıyla anlatılacak.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 2016 verilerine göre Türkiye'deki Organik Sertifikalı çiftçi sayısı geçiş süreci çiftçileri de dahil olmak üzere yaklaşık 68 bindir.
Ürün miktarının çokluğu tahıl ağırlıklı yem bitkilerinden kaynaklanmakta olup taze ya da işlenmiş ürün ihracat hacmi 2016 yılında 17 bin ton kadar olup parasal değeri 78 milyon dolar civarındadır.
Gerek üretim gerekse iç ve dış organik ürün pazarlaması yapan kurum ve şirket sayısı 1500-1600 adet civarındadır. Yıllık ithalatımız ise 658 bin tondur. Soya, buğday, mısır ve ayçiçeği ağırlıklı olmak üzere ithalat yapılmaktadır. Yani ihracatımızın neredeyse 40 katı kadar bir ithalatımız vardır.”
Sevginar SALİ