Çünkü hala yaramız kanıyor ve çocuklarımız çeşitli eğitim- öğretim teknikleriyle donatılan biz öğretmenler tarafından bile öğretileni anlayamadığı için ( tarihe karışmış öğretme tekniklerinin dışına çıkamadıkları için ) aşağılanmakta, tehdit edilmekte, şiddete maruz kalmaktadır.
Oysa çocuklarımızın terbiye edilmesinde ne kadar travmatik olduğu düşünülmeksizin "geleneksel terbiye ve disiplin" adı altında meşrulaştırdığımız şiddeti hala kullanıyor olmak ancak bizlerin acizliğini göstermektedir. Kaldı ki bu şiddet, fiziksel saldırganlıkla sınırlı değildir. Onların duygularını incitme, sözcüklerle, hareketle ya da dışlama yoluyla güven ve özsaygısını sarsmak da şiddetin başka bir biçimidir.
Bilindiği gibi güç kullanma kendimizi savunmada son derece önemli bir faktördür. Hayatta kalabilmek için kazanılmış çok doğal, iç güdüsel bir dürtüdür. Eğer saldırgan olamazsak kendimizi veya sevdiklerimizi, koruyamaz, savunamazdık. Fakat ne zaman bu doğal dürtü kontrolümüz dışında bizi eyleme geçirirse o zaman sorun olur şiddete döner ve kabul edilemez olur. Bizlerde bu mekanizmayı yöneten beynin frontal korteks bölgesi olup duygusal tepkilerimiz için bilgi toplamada ve "dur, işler göründüğü gibi değil, geri adım at ve tekrar düşün" diyerek bireylerin otokontrol sağlamasında rol oynar. Kişinin bu noktada sorunu varsa uyaranları doğru algılaması ortadan kalkar. Dolayısıyla yaşadığı olayla ilgili olarak türlü, türlü korkular yaşar (ölüm, kaybetme, zarar görme, başarısızlık, değersizlik, kabul edilmeme, onaylanmama, acizlik, yetersizlik v.s ) yaşadığı durumu bir tehdit olarak değerlendirip sağlıklı düşünemez ve dolayısı ile saldırganlığı kullanır hale gelir. Hele de çocukluğumuzda bir sorun karşısında saldırgan davranışlar sergilemiş kişiler modelimiz olduysa bu davranış kalıbı kuşaktan kuşağa devam eder durur. Hangi mevkide hangi iş kolunda olursak olalım, daha da önemlisi doğru davranışlar sergilemek toplumu aydınlatmak, çocuklarımızı geleceğe hazırlamak misyonunu üstlenmiş eğitimciler bile olsak ne yazık ki aynı kontrolsüzlüğü sergiler oluruz. En acısı da yavrularımızın korunup kollanmasından birinci derece sorumlu olan biz ebeveynler bile sonradan içimiz yansa da en değerlilerimize şiddet uygulamada başı çekmekteyiz. Oysa başka birisi bizim yaptığımızın binde birini yapsa hemen karşısına dikilir hesap sorarız bu aile üyelerinden biri bile olsa.
Fiziksel, sözel v.s şiddetin her türlüsü çocuğumuz için travmatiktir. Sadece kendisine değil çevresindeki birine de uygulandığını görmesi aynı travmayı yaratır. Bunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok mutlaka bir dönem hepimiz şiddete uğradık ya da o ortamda bulunduk. Yaşadığımız duyguları eskide kalsa da bugün bile aynı biçimde hissederiz. Az yada çok sözel yada fiziksel hiç fark etmez şiddeti uygulayanın adı geçince bile içimiz titrer. Onu hatırlatan kişi, durum, olay her neyse bizde aynı olumsuz duyguları yaşatır.
Şiddetin olduğu ortamlar çocuğun korkmasına, kaygılanmasına, kendine ve çevreye olan inancını güvenini yitirmesine, kendini değersiz, başarısız, aşağılanmış hissetmesine dolayısıyla bu durum ya silik bir karakter geliştirip geri adım atmasına, duygu ve düşüncelerini ifade etmekten kaçınmasına, istemediklerini kabul eder hale gelmesine yada öfkeli, saldırgan, agresif bir kişilik sergilemesine neden olacaktır. Kısacası ruhsal, bedensel, zihinsel gelişimi sekteye uğrayacaktır. Tabiî ki gelecekte şiddete meyilli bir yetişkin olması kolaylaşacaktır. Bu nedenledir ki her kim nerede ve nasıl şiddet uyguladığına bakılmaksızın asla ve asla davranışı görmezden gelinerek beslenmemeli, ciddi yaptırımlar uygulanmalıdır. Çünkü gördüğümüzü sandığımız zarar aysbergin görünen ucu kadardır. Kimsenin kimseye bunu yapmasına izin verilmemelidir. Hele de bu tamamen masum, savunmasız, biricik yavrularımızsa.
Sevgilerimle.