Melek Çorbacı Var

Çocuklarda Ruhsal Doygunluk!

Çocukluğumda herkesin evinde televizyon yoktu, olanlar da siyah-beyaz ekran, belli saatten sonra kapanan, tüplü tv'lerdi. Kulağı rahatsız edici bir ‘dııııt' sesi gelip de ekran karıncalandı mı bizim tv'nin mesaisi de biterdi. Bazı akşamlar o kadar isterdim ki televizyonumuz fazla mesai yapıp, sabaha kadar çalışsın, ben de doya doya izleyeyim! Çocukluk işte... O küçük dünyamdaki en lüks mutluluktu bir tane çizgi filme denk gelebilmek, her ne kadar kısıtlı süre de izleyebilsek, bizim dönemimizdeki çocuklar için büyük nimetti. Küçük şeylerden sevinmeyi bilirdik, hayal kurmak güzeldi her zaman, gerçek olmasa bile... Umutluyduk en azından, mutluyduk!

Günümüz çocuklarına değinecek olursak eğer genellemiyorum tabi ki ama çoğunluğu bencil ve mutsuz yetişiyor maalesef. Anne-babalar olarak her dediklerini yaparak , her istediklerini alarak onları mutlu edebileceğimizi zannediyoruz veya tıka basa doyarsalar yaşıtlarına nazaran daha heybetli olurlar diye düşünüyoruz. Ama önemli olan ruhlarını doyurabilmek!.. Ruh dünyasındaki çocuğu büyütmeyi unutabiliyoruz bazen belki de erteliyoruz. Kız veya erkek olsun, bir çocuğa varlık ve yokluk bilincini o yaştan itibaren aşılamaya başlamak en doğrusu. Bazı çocuklar ‘ağlamayı' ebeveynlerine karşı koz olarak kullanmak ister ama her istediğinin hemen olamayacağını, her ağladığında anne-babasını bir asker edasıyla karşısına dikemeyeceğini bilmeliler. Yoksa ileride okul hayatı olsun, arkadaşlıklarında olsun en ufak bir pürüzde, mücadele duygusu olmaksızın, anne-babanın sağladığı ayrıcalığı isteyecek ve hayal kırıklığı yaşayarak, içine kapanacaklar. Kendine güveni olmayan, mutsuz bireyler silsilesine katılarak, toplumda yer edinmeye çalışacaklar.

Bazı anne-babaların da düştüğü yanlış şu; ‘ben çocukken yaşamadım aman oğlum yaşasın' veya ‘ben çocukluğumda alamadım, benim evlâdım bol bol alsın, gezsin, yesin, mutlu olsun' vs. Tabi ki herkes çocuğunun çok mutlu olmasını ister ama kendi çocukluğumuzu, evlatlarımız üzerinden ‘onarmaya' çalışmak, hüsranla sonuçlanabiliyor bazen. Çünkü her çocuk farklıdır ve zaman değiştikçe koşullar da hızla değişmekte. Meselâ biz yetişkinler, çocukluğumuzda basit şeyler ile mutlu olup, anne-babaya karşı derin bir saygı beslerken, zamane çocukları ebeveynlerini arkadaş gibi görüyor ve belli bir zamandan  sonra manevi doyumsuzluk başlıyor. Özgüveni yüksek olsun diye müsaade ettiğimiz pek çok şey, aslında çocuğun ruhsal doygunluğa erişmesinde birer engel teşkil edebiliyor. Karınlar illa ki doyar ama ruhu doymayan çocuk, ilerleyen yaşlarında bencil, hırçın, doyumsuz bir psikopat veya sosyopat olarak karşımıza çıkabiliyor.

Özellikle erkek çocuklar yetiştirilirken ayrımcı bir yapı yerine, eşitliğe dayanan bir tutum sergilemek çok mühim. Kız kardeş sevgisini, ana-baba sevgisini ve kadınlara olan bakış açılarını doğru aşılamak gerekiyor ki, kendini karşı cinsten daha üstün bir varlık olarak görmesin. Temel kavramlar; ahlak, merhamet, saygı olmalı ki, evlendiğinde karısına, çocuklarına sadık, dürüst ve şefkatli olabilsin! ‘Erkek çocuğudur' deyip, şımartılarak yetiştirilen oğlanlar, yarın bir gün, elin kızına çile yumağı gibi dolanabiliyor. İhanet bir hobi, şiddet olağan bir durum, hakaret ise üstünlük olarak görülebiliyor onlar tarafından...

Herkesin evlâdı çok kıymetli, ayağına taş bile değsin istemeyiz; candan öte canan deyip, can feda edilir! Ama onları ahlaki normlara göre yetiştirip, topluma duyarlı bireyler haline getirmek de, bizim en büyük sorumluluğumuz!

Yüce Yaradan, herkesin evladını vatana, millete ve tüm insanlığa hayırlı evlât eylesin...

YORUM YAP