Hüseyin Şahin

ÇOCUKTA ÖZ GÜVEN

Değerli ebeveynler, anne- baba adayları ve veliler, tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemisi nedeniyle okullarımızdan, öğrencilerimizden, meslektaşlarımızdan ve velilerimizden uzakta sürdürdüğümüz uzaktan eğitim çalışmalarına 19 Haziranda noktayı koyarak evlatlarımızı yaz tatiline çıkardık.

Milli Eğitim Bakanlığımızın kurmuş olduğu Eğitim Bilişim Ağı (EBA) ve EBA TV'ye ilave olarak Whatsaap, You Tube, telefon ve diğer başka iletişim kanallarını da kullanarak çocuklarımızın eğitim öğretim sürecinin kesintiye uğramaması için elimizden gelen gayreti gösterdik. Öğrencilerimiz ve velilerimiz de aynı şekilde çalışıp çabaladılar.

Eğitim ve öğretim süreci okulların kapanmasıyla bitmiyor. “Eğitim ve öğrenme hayat boyu devam bir süreçtir.” ilkesinden yola çıkarak ebeveynlerimizi, anne baba adaylarımızı ve velilerimizi bilgilendirmeye yönelik çalışmalarımız devam edecek doğal olarak.

Bu yazımda, çocuklarımızın bugünü ve yarınları için hayati önem taşıdığına inandığım “Çocukta Öz Güven” konusunu incelemeye çalıştım. Hürhaber'in değerli okuyucularına ve dolayısıyla geleceğimizin mimarları olacak sevgili çocuklarımızın ve velilerimizin kişisel gelişimlerine katkı sağlamasını umarak.

ÖZ GÜVEN NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Önce “öz güven” kavramını açıklamak gerekiyor. Ne demektir özgüven? Bu ifadeden ne anlamalıyız?  Türk Dil Kurumu sözlüğü şöyle açıklıyor öz güven kavramını:

Özgüven, bireyin kendisine yönelik iyi, olumlu duygular geliştirmesi sonucu kendini iyi hissetmesidir. Bu iyi hissetme sonucunda kendisiyle ve çevresindeki kişilerle barışık olması demektir. Öz güven “yüreklilik, cesaret” veya kişinin kendine güvenme duygusu olarak tanımlanır.

Bu açıklamanın ardından öz güven eksikliğinin ne olduğunu da belirtmek gerekiyor tabi. Bu tanımdan yola çıkarsak öz güven eksikliği, bireyin kendisine yönelik iyi, olumlu duygular geliştirememesi sonucu kendini kötü hissetmesidir. Kendini kötü hissetme duygusu sonucunda kendisi ve çevresindekilerle barışık olamaması, karşılaştığı güçlükler ve zorluklar karşısında yürekli ve cesaretli olamaması durumudur.         

ÖZ GÜVEN NE DEĞİLDİR?

Anneye, babaya, ağabeye, ablaya, kardeşe, amcaya, dayıya güvenmek, sırt dayamak değildir. Öğretmene, arkadaşa,  konu komşuya güvenmek, bel bağlamak değildir öz güven. Kendine yani özüne güvenmektir öncelikle... “Bu işin üstesinden tek başıma gelebilir, tek başıma başarabilir, olumlu veya olumsuz tüm sonuçlarına katlanabilir, karşılaştığım güçlükleri yenebilirim. Başaramazsam da tekrar deneyebilirim.” diyebilmektir.

“İnsanın kendi kendini fethetmesi zaferlerin en büyüğüdür.”  der Eflatun.

Çocuk, önce kendine güvenmeli ve öncelikle başarısının önündeki en büyük engel olan kendi içinde taşıdığı korkularını yenmelidir.

YETİŞKİN Mİ, BEBEK Mİ, ÇOCUK MU?

Özellikle okul çağına yaklaşmış veya okula başlama yaşına gelmiş çocuklarımıza bir “bebekmiş” gibi davranmak doğru değildir ve onlara birer “yetişkinmiş” gibi davranmak da aynı şekilde yanlıştır.

Nihayetinde onlar birer çocuktur ve onlara karşı çocuk olduklarının bilincinde olarak,  çocuklara nasıl davranılması gerekiyorsa öyle davranmak zorundayız.

“Ama ben bu konuda yetersizim, eksiğim, bilgisizim, cahilim... Lise okumadım, üniversite bitirmedim...” savunması da çok yanlıştır.

“Vah vah, yazık! Haklısın, senin çocuk yetiştirirken hatalı davranman gayet normaldir ve doğaldır. Seni kimse suçlayamaz, sen okumamışsın, cahil kalmışsın...” diyemeyiz kendi kabahatlerini böyle örtmeye çalışan ebeveynlere...

Şunu söyleyeceğiz: “Mademki çocuklarını gerektiği gibi yetiştirmeye hazır değildin kardeşim, ,seni, çocuk dünyaya getirmen için tehdit eden, zorlayan, mecbur bırakan mı oldu? Bunu dünyaya getirdiğin evladın mı talep etti senden? Madem hazır değilsin kardeşim, madem bir çocuğu bakıp büyütecek, geleceğe hazırlayacak bilgin, becerin ve birikimin yok, o zaman ertelersin... Hazır olduğuna inandığında, eşinle birlikte çocuğunuzun dünyaya gelip gelmeme kararını iyice düşünerek verirsin.

ÖNCE KENDİNE GÜVEN

Bir çocuğu dünyaya getirme kararı verdiğimizde, önce kendimizi bu duruma hazırlamalı, yetiştirmeli, kendimize güvenmeliyiz. Kendimizi anne ve babalığa hazırlamalıyız. Sonuçta dünyaya getirmeye karar verdiğimiz varlık bir insandır.  Dünyaya gelmesine sebep olduğumuz çocuklarımıza her zaman güvenmeli, güvendiğimizi her zaman onlara hissettirmeliyiz.

Güvendiğimiz çocuk öz güven kazanır ve başkalarının da güvendiği, saygı duyduğu bir kişilik oluşturur.

İSTEKLERİNİ CİDDİYE AL!

Çocuklar daha 3-4 yaşlarından itibaren kendilerine güvenme ve güvenilme ihtiyacı duyarlar. “Artık ben yapabilirim, ben başarabilirim.” demeye başlarlar. Annesinin, babasının, yakın çevresinin ve arkadaşlarının kendisine güvenmesini isterler. Evde anne ve babaları iş yaparken onlara yardım etme teklifinde bulunmaya başlarlar:

“Anneciğim, yemek tabağını ben taşıyabilir miyim? Kaşıkları sofraya ben götürebilir miyim? Evi ben süpürebilir miyim? Oyuncaklarımı ben toplayabilir miyim? Babama suyu ben götüreyim mi?” gibi sorular sormaya başlarlar.

 Ebeveynlerin çocuklarda ortaya çıkan bu değişimin farkına varması, bu isteklerine gülüp geçmemesi, ciddiye alması gerekir. 

Bu tekliflere: Hayır, olmaz, sen daha küçüksün, kırarsın, dökersin, bu senin yapacağın iş değil!” şeklinde cevaplar vermek, olumsuz tepkiler göstermek çok yanlıştır. Bu tutum çocuğu öz güvensizliğe, başarısızlığa, çekingenliğe, korkaklığa sürükleyebilir. Başarma cesaretini kırar, performansını azaltır veya yok eder, pasif bir kişilik oluşumuna yol açar.

MARİFET PARADA, PULDA DEĞİL !..

Çocuklarımızın gelecekteki başarılarının temelinde en az yüzde seksen oranında “kendine güven duygusu”, diğer adıyla “öz güven” duygusuna sahip olma vardır.

Özel dersler aldırma, özel okullara gönderme, özel öğretmen tutma, pahalı hediyeler, ödüllendirme, paralı ve lüks bir yaşam sağlamanın başarıda ve performansında en fazla beşte bir oranında katkı sağladığı söylenebilir.

Çocuklarımıza bin bir yolla ve zoraki yüklediğimiz bilgilerin çocuğun başarısına katkısı onda bir oranında bile değildir.

KIRILAN BARDAK, ÇANAK OLSUN, MİNİK YÜREKLER DEĞİL !..

“İzin verirsek, taşıdığı bir bardağı kıracak, iki tabağı düşürüp parçalayacak!” kaygısıyla çocuğumuzun iş yapma isteğini engeller, fırsat vermez, cesaretini ve hevesini kırarsak, çocuğun gelecekteki yaşam başarısının neredeyse yüzde seksenini daha küçücük yaşında engellemiş ve çalmış oluruz.

“İnsanın kendine güveni, büyük işlere girişmenin ilk şartıdır.”  diyor Samuel Johnson.

Bu söz, neresinden bakarsak bakalım son derece doğrudur. Şimdi burada söyleyeceklerimin özeti, ana fikridir.

Bugün ülkemizde faaliyet gösteren önemli ekonomik ve ticari kuruluşların, işletmelerin, şirketlerin sahibi olan  ya da yönetim koltuğunda oturan pek çok başarılı iş insanının, öğrenciliğinde çok test çözmüş, sabahlara kadar ders çalışmış, özel okullarda eğitim görmüş, anneleri babaları tarafından kıskaca alınarak adeta nefes aldırmadan ders çalıştırılmış, özel öğretmenler tutulup çocukluğunu ve gençliğini çalışma masalarında harcamış insanlar değil, pek çoğu kırsal kökenli, akademik eğitim almamış ancak ailesi tarafından kendisine öz  güven duygusu kazandırılarak özellikle manevi açıdan desteklenerek  yetiştirilmiş çocuklar olduğunu görürüz.

Dünyanın hemen her yerinde sanatta, siyasette, bilimde, edebiyatta, iktisatta, eğitimde, sosyal ve kültürel alanlarda önemli işlere ve başarılı çalışmalara imza atmış kişilerin hemen hepsinin öz güvene sahip insanlar olduğu bir gerçektir. Bu kişiler zengin ailelerin çocukları oldukları için değil aileleri tarafından öz güven duygusu kazandırıldıkları, yüreklendirildikleri için başarılı olmuşlardır.

Friedrich Nietzsche'nin,” Yüreğinin ve beyninin ateşine güvenmeyenler, kalıcı başarılara imza atamazlar.” sözü de bizlere özgüven sahibi olmanın, insan başarısında ne kadar da önemli ve gerekli olduğunu anlatmıyor mu?

YÜRÜ BE ASLANIM! KİM TUTAR SENİ?

Yalnız, bu arada dikkat etmemiz gereken çok önemli bir husus daha var: Çocuğa ”Yürü be aslanım, yürü be prensesim, sana her şey serbest, istediğini istediğin şekilde yapabilirsin. Kim tutar seni, ne yaparsan yap, yeter ki başar. Ailece arkandayız. Biz sana karışmayız. Sana kimse karışamaz. Kırılsın, dökülsün, zararı yok, yeter ki sana bir şey olmasın, sen üzülme!” şeklindeki onu tamamen kontrolsüzce bir serbest bırakma, sınırsız özgürlük verme, başıboş bırakma şeklindeki bir davranış modeli de çocuğa her konuda engel olmak gibi, yanlış bir modeldir.

ÖNCE SORUMLULUK BİLİNCİ VE DEĞERLER...

Unutmamak gerekir ki “sorumlulukların ve sınırların”  neler olduğunu bilmek ve bu sorumlulukları üstlenmek” çok önemli bir insani değerdir. Ders başarısından, çok yüksek notlardan, çocuğun karakterini değil sadece bilgisini ölçen sınavlarda alınan tam puanlardan, takdir ve teşekkür belgelerinden çok daha değerli ve önemlidir.

Ebeveynlerimiz çocuklarını yetiştirirken okuldaki akademik başarısını artırmaya çalışmadan önce toplumsal ve insani değerleri kazandırmalıdır öncelikle çocuklarımıza.

Bu çok önemli değerlerin bazıları saygı (insana, hayvanlara, doğaya) sevgi, çalışkanlık, hoşgörü, paylaşma ve yardımlaşma, dayanışma, fikirlere ve inançlara saygı, zayıfları koruma, büyüklere hürmet etme, nezaket, vatan ve millet sevgisi vb. değerlerdir.

Kazandıracağımız en önemli değerlerin başında yine sorumluluk duygusu gelmektedir. Sorumluluklarının bilincinde olmayan bir çocuğun diğer değerlere sahip olmasının da bir anlamı yoktur. Çocuğa öncelikle sorumlulukları öğretilmeli ve sadece öğretip ezberlemekle kalmamalı çocuk bu duyguyu benliğine kazıyarak içselleştirmelidir.

ÜZÜM ÜZÜME BAKA BAKA... ARMUT DİBİNE...

Çocuğun bu şekilde yetiştirilebilmesi için ailesinin, yakın çevresinin, arkadaşlarının ve tüm toplumun da bu değerlere sahip olması gerekir. “Armut dibine düşer, üzüm üzüme baka baka kararır, körle yatan şaşı kalkar, kıratın yanında duran ya huyundan ya tüyünden kapar.” atasözlerimiz boşuna söylenmemiştir.

Çocuklarımız,  kendi aile ortamı içinde, okullarında, arkadaş grubu içerisinde ve toplum içerisinde yerine getirmesi gereken sorumluluklarını öncelikle öğrenmeli,  çok iyi kavramalı ve bu sorumlulukların gereklerini yerine getirmeyi bir insani ve toplumsal görev olarak kabullenmelidir.

Sonuç olarak çocuklarımıza öz güven kazandırmaya çalışırken başıboş, sorumsuz, saygısız, bencil ve kanun kural tanımaz bireyler yetiştirme hatasına düşebileceğimizi unutmamalıyız.

Çocuğumuzun böyle yetişmesi öz güvenle ilgili bir durum değildir.  Bu durum ayrı ve ciddi bir problemi ifade eder.

Çocuklarımıza zamanı geldiğinde sorumluluk bilincini kazandırmak aile içinde, okulda, toplumsal yaşamın her alanında ortaya çıkabilecek bütün sorun ve çatışmaların önüne geçecektir.

BİR ÇOCUĞUN VAR, FARKINDA MISIN?

Hayatınızın günlük koşuşturmacası ve keşmekeşi içerisinde ne yapıp etmeli, çocuklarınızı ihmal etmemeli, onlara zaman ayırmalı ve onlarla nitelikli birliktelikler yaşamaya özen göstermelisiniz. Onlarla oyunlar oynamalı, bol bol sohbet etmeli, duygu ve düşüncelerini ifade etmelerine fırsat tanımalı, fikir ve isteklerini önemsemeli ve makul olanları karşılamaya çalışmalısınız.

ZORLAMAYIN !..  FIRSAT YARATIN !..

Onları yaşına, zevklerine, duygu ve düşüncelerine uygun olamayan kişilerle ve onlara hitap etmeyen ortamlarda vakit geçirmeye zorlamayınız. Zira sizin birlikte olmaktan keyif aldığınız insanlar ve ortamlar çocuklarınıza uygun kişi ve yerler olmayabilir.

Çocukların akranlarıyla, arkadaşlarıyla birlikte hem eğlenip hem öğrenecekleri ortamlarda bulunması kişilik gelişimine önemli katkılar sağlayacaktır. Çocuklarımızın arkadaş edinmelerine fırsat sağlayacak ve arkadaşlarıyla birlikte güzel vakit geçirebilecekleri imkânlar ve ortamlar hazırlamalısınız. Çocuklarınıza her konuda güvenmeli, inanmalı,  güvendiğinizi de kendilerine hissettirmelisiniz.

NE EKTİN, NE BİÇECEKSİN?

Kendine güven duygusu kazanamamış bir çocuğun gelecekte başarılı olmasını, yaşam becerileri kazanmasını beklemeyin. Ne ektiğinizi iyi düşünüp gelecekte ne biçeceğinizi buna göre hesaplayın.

Başarının birinci yolu kendine güven ve saygı duymaktan geçer. Öz güven kazanamamış bir çocuğun kendisine saygı duyması da beklenemez. Kendisine saygısı olmayan bir insana başkaları saygı duyar mı ? Elbette ki duymaz.

Çocuklarınızı öncelikle öz güveni olan, iyi bir insan olarak yetiştirin. Çocuklarınızda sağlam bir öz güven ve sorumluluk bilinci yaratabildiyseniz korkmayın! Başarı kendiliğinden gelecektir.  Öz güveni gelişmiş çocuklarınıza güvenin, güvenin ki başkaları da çocuklarınıza inansın ve güvensin.

“ADAM OLMA ADAM, ÇOCUK OL!”

Belirli bir yaşa gelmiş, konuşmayı, derdini anlatmayı öğrenmiş, kişiliği oluşmaya başlamış bir çocuğa bebekmiş gibi davranmak, bebek gibi davranmasını istemek ruhsal gelişimi açısından çok sakıncalıdır. Bunun yanı sıra, işimize geldiği zaman, çocuklarımızdan yetişkin insan davranışları göstermelerini de beklemeyeceğiz. Bu da çok yanlış bir tutumdur. “Adam ol adam!” uyarısı anlamsız ve gereksizdir.

Onlara “Çocuk olun çocuk!” dersek daha bilimsel, daha doğru ve rasyonel hareket etmiş oluruz. Çocuktan sadece çocuk gibi davranması istenmelidir.

Çünkü onlar ruhsal ve bedensel yönleri ve yapılarıyla, hormonal sistemleriyle, duygu ve düşünceleriyle birer çocuktur. Bu reddedemeyeceğimiz bir realitedir. Yetişkin rolü oynamalarını istemek ve beklemek hem haksızlıktır, hem insan haklarına, hem de çocuk haklarına aykırıdır.

BAŞARMASI İÇİN FIRSAT VERME VEYA VERMEME...

“Başarısızlık” diye bir şey yoktur. Çocuklara, öğrenme ve başarma fırsatı verme veya vermeme diye bir kavramdan söz edebiliriz ancak.  Acaba çocuklara gerçekten başarma fırsatı ve desteği verebiliyor muyuz, veremiyor muyuz? Kendimize ilk sormamız gereken en önemli soru bu olmalıdır?

“Benim çocuğum neden başarısız, beceriksiz, cesaretsiz, çekingen ve pasif acaba?”  sorusu anne baba olarak üzerimize düşen tüm görevleri samimiyetle yerine getirdikten sonra sormamız gereken bir sorudur.

Çocuğa evinde ebeveynlerinin ve kardeşlerinin, akrabalarının ve yakın çevresindekilerin, arkadaşlarının ve öğretmeninin saygı ve güven duyması ve bu duygularını çocuğa hissettirmeleri çocuğun akademik başarısının artmasında da kilit noktadır. En önemli etkendir. Kendisine güvenildiğini hisseden bir çocuk “yapabilirim, yapamazsam yeniden denerim.” fikrini benliğine yerleştirecek ve başarılı olacaktır.

SAKİN SAKİN!...

Çocuğumuz bir işi başaramadığı zaman, ona, bu işi başaramama nedenleri sakin bir duruş ve ses tonuyla anlatılmalı, durumu sorgulamasına yardımcı olunmalı, başarısızlık nedenlerini görmesi sağlanmalıdır. Çocuğu suçlayıcı ve küçük düşürücü davranış ve sözlerden kaçınılmalıdır.

BİR BİSİKLET KAZASI...

Örneğin bisiklet sürmeyi öğretmeye çalıştığımız çocuğumuz, öğrenme sırasında bisikletini devirerek bisikletten düştüğünde ona, bağırıp çağırıp kızmak yerine düşme nedeni sorulmalı, yaptığı hatayı kendisinin keşfetmesi sağlanmalıdır.  Böyle bir an çocuğun sormaya, sorgulamaya, düşünmeye ve öğrenmeye en çok hazır olduğu zamandır. Çocuğumuzla konu hakkında sohbet etmeli, gerçeklere ve doğru sonuçlara kendi kendisine ulaşmasına yardımcı olmalıyız.

Peki, bisiklet sürmeyi beceremeyen ve yere düşen çocuğumuza yaklaşımımız nasıl olmalıdır?

“Öncelikle geçmiş olsun. Umarım ciddi bir yaralanman yoktur... Sence bisiklet neden devrildi?  Bu kazayı neden yaptık? Bisikletin devrilmesi ve senin bisikletten düşmene yol açan sebepler nelerdir? Böyle bir durumda yaralandığında ne yapman gerektiğini biliyor musun? Bu durumlarda uygulanacak ilk yardım müdahalesi nasıl olmalıdır? Bir fikrin var mı? Yaptığın hatayı belirleyebildin mi? Bir dahaki sefere nasıl hareket edeceksin? Neleri yapacak, neleri yapmayacaksın? gibi sorularla çocuğumuzun içinde bulunduğu durumu ve yaşadıklarını sorgulamasını sağlamalıyız. Küçük bir eğitim ve öğrenme kazası atlattık. Artık hatamızı da anladık. Yaralarına pansuman uyguladıktan ve bisikletimizi tamir ettikten sonra uygun bir zamanda denemelerimize devam edecek ve bisiklet sürmeyi mutlaka öğreneceğiz. Sana güveniyorum. Başaracağına inanıyorum.” diyerek çocuğumuzu cesaretlendirmeli ve özgüvenini yitirmesine izin vermemeliyiz.

KIR BEYNİNİN ZİNCİRLERİNİ!

Böylece çocuk hem hatasını anlayarak kabullenecek, hem durumu analiz edecek, en önemlisi öğrenmekten vaz geçmeyecek, tekrar deneme cesaretini kaybetmeyecek yani öz güven kazanmış olacaktır. Çocuğumuza karşı olumlu tutum sergilediğimizde öz güven kaybı yaşamayacak, suçluluk ve başarısızlık gibi olumsuz duygulardan kurtulacaktır.

Bu tür olumsuz duygulardan kendisini kurtaran çocuğumuzun beyni, düşünceleri, fikirleri, aklı kendisine engel olan tüm olumsuzlukları kırıp yok ederek özgürleşecektir.

“Ne kadar hata yaparsam yapayım, ne kadar zorlanırsam zorlanayım sonunda başarabilirim. Ailem, çevrem, arkadaşlarım ve öğretmenlerim de bana inanıyor, güveniyor ve destekliyorlar. Nasılsa yetersiz kaldığım yerlerde bana yol gösterecek, yardım edecek, beni anlayan ve seven kişiler var.” diye düşünecek, daha cesaretli olacak ve kendisini azimli, güçlü, kararlı hissedecektir ve böylece başarma olasılığı büyük ölçüde artacaktır.

Enerjisini kaygı ve korkularıyla savaşmak yerine öğrenmeye, performansını artırmaya, başarmaya harcayacaktır.

Nelson Mandela'nın, “Kendi korkularımızı özgürleştirdiğimizde, varlığımız otomatik olarak başkalarını da özgürleştirir.” sözü ne kadar anlamlı ve verdiği mesaj konumuza ne kadar da güzel bir katkı sağlıyor değil mi?

Kendine güvenen çocuklar “başarabilirim” özgüvenine sahiptir. Bu duygunun çocuklarımızda daha ilkokul çağına gelmeden önce, en geç 3-4 yaşlarında kazandırılıp süreç içerisinde desteklenmesi ve geliştirilmesi gerekir.

EN BÜYÜK HATA, EN BÜYÜK HALT...

Ya peki, ”Tüh Allah seni kahretmesin! Beceriksiz çocuk. Biliyordum zaten başaramayacağını. Bisikletten düşeceğini... Nasıl dikkat etmez de düşersin? Kabahat bende ki sana uyup seni sokağa çıkardım. Bak bak bisiklet de ne hale geldi? Dizin dirseğin yaralanmış, ne yaptın, ne halt ettin sen?...” dersek çocuğumuza, işte o zaman biz, en büyük haltımızı etmiş, en büyük hatayı yapmış oluruz.

BAKAKALIRIM GİDEN BİSKLETLİNİN ARDINDAN...

Bu fırça, bu azar, bu aşağılanma karşısında çocuk kendisini polise veya ev sahibine suçüstü yakalanmış bir hırsız, cinayetle suçlanan bir zanlı, güreşin ilk saniyesinde tuş edilmiş şöhretli bir pehlivan, işe yaramaz bir varlıkmış gibi hissedecek, belki de hayatı boyunca bir daha bisiklet sürmeye cesaret edemeyecek, gelecekte sokakta bisiklet süren insanların ardından bakarken yaşadığı bu kötü anısını hep hatırlayacak ve üzülecektir.

Çocuklarımızı çekingen, öz güvensiz, korkak, her işini aile bireyleri yardımıyla yapmaya alıştırılmış, en küçük bir sorunla karşılaştığında çözüm için anne babasının gözünün içine bakarak yardım bekleyen, okul çantaları ebeveynleri tarafından taşınan, çalışma masası ailesi tarafından toplanan,  beceriksiz, korkak, edilgen, güvensiz ve tembel bireyler olarak değil,  karşılaştığı sorunları çözmek için gerekli bilgi ve beceri kazandırılmış, sorumluluk ve cesaret sahibi, tuttuğunu koparan, mücadeleci, gözü pek  ve en önemlisi öz güvene sahip bireyler olarak yetiştirmemiz gereklidir.

“Başkalarının senin hakkında ne düşündükleri konusunda endişe duyduğun sürece, onlar senin sahibindir!”  diyen  Neale Donald Walsch'in bu güzel ve anlamlı sözü de çocuklarımızı yetiştirirken kulağımıza küpe yapmamız gereken sözlerden biri olmalıdır.

GÖRMEZDEN GELME, İHMAL ETME!

“KÜÇÜK HANIMLAR, KÜÇÜK BEYLER...”

Çocuklarımızı görmezden gelme ve ihmal etme gibi bir lüksümüz olamaz. Çünkü onlar bizim geleceğimizin mimarı olacak en kıymetli varlıklarımızdır. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün çocuklarımıza hitaben sarf ettiği şu güzel ve anlamlı sözlerine bir kulak verelim mi?

"Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz."

“Bir milletin ilerlemesindeki temel taş çocuklardır! Çocuklara gereken değeri verirseniz, ilgiyi, şefkati gösterirseniz, onlar da bir gökkuşağı edasıyla geleceği renklendireceklerdir.” 

"Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu, yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir."

 

Atatürk'ün, çocuklarımıza olan yaklaşımı ve fikirleri, hepimize çocuk eğitiminde ve yetiştirilmesinde ışık tutacak çok değerli bir rehberdir. Nitekim O, çocuklarla ilgili fikirlerini lafta bırakmayıp hayata geçirmek için elinden gelen tüm gayreti göstermiş ve somut adımlar atmıştır.

SÖZDE DEĞİL ÖZDE GÜVEN

Çocuğumuzun yapmak istediği eylemi yapmasına sadece sözle izin vermek yetmez, onun bu işi yapmasına onay verdiğimizi beden dilimizle, hal ve hareketlerimizle, yüreğimizle de onayladığımızı hissettirmemiz gerekir.

“Öfff, tamam tamam izin veriyorum. Ne yaparsan yap, ama ya kırarsan, dökersen, düşürürsen, beceremezsen!... Aman dikkat et!  Şöyle taşıma, böyle taşı!  Şöyle tutma, böyle tut!  Öyle yürü, böyle yürüme!...” şeklinde ona güvenmediğimizi ifade eden söylemlerde bulunmamalı, telaşlı ve panik havasında olmamalıyız. 

Böyle davranırsak çocuğumuz ”Evet, bana izin vermek zorunda bıraktım onları. Bu işi yapmama izin verdiler ama başarabileceğime inanmıyor, bana güvenmiyorlar. İsteyerek değil benden kurtulmak için müsaade ediyorlar...” şeklinde düşünecektir.

SINIF ORTAMINDA ÖZ GÜVEN EKSİKLİĞİ... DAHA İLK GÜNDEN...

Öz güven çocuklarımızın gelişiminde, geleceğe hazırlanmasında çok önemli, hatta en önemli konudur dersek yanlış olmaz. 25 yıla yakın meslek hayatımın neredeyse her üç yılında bir 1. Sınıfları okutan bir öğretmen olarak yaptığım gözlemler ve deneyimlerim bana şunu gösteriyor:

Özgüveni yetersiz çocuklar daha temel eğitim basamağı olan ilkokul eğitiminin ilk aşaması olan ana sınıflarında, birinci sınıfın daha ilk günlerinde bu yönünü çok açık şekilde belli ediyor.

BENİ BURADA BIRAKMA, NE OLURSUN GİTME ANNE!

“Nasıl mı?” diye soracak olursanız: Okulun ilk günlerinde ebeveynleri yanında olmadan sınıfta durmak istemiyorlar. Ağlayarak ya da tamamen susarak evlerine koşmak istiyorlar.

Ağlıyor, kıvranıyor kendilerini bulundukları ortamdaki kişilere ve olaylara karşı kapatıp kilitliyorlar.

Velilerinin yanlarından ayrılmasını kabullenemiyor ve velilerinin ellerine eteklerine yapışıyorlar. Arkalarından koşarak sınıfı terk etmeye çalışıyorlar.

Bu durum sınıf ortamında diğer çocukların ve sınıf öğretmeninin motivasyonunu olumsuz etkilerken kargaşa yaratıyor. Eğitim öğretim sürecini kesintiye uğratıyor. 

Sonraki süreçte çantalarını açmakta, eşyalarını çantalarından çıkarmakta, toplayıp çantalarına yerleştirmekte, beslenme çantasını açıp yiyeceklerini hazırlamakta zorlanıyorlar. 

Ayrıca ilk okuma ve yazma çalışmalarında pasif ve başarısız bir tablo çiziyorlar.

Derse katılıp söz almakta, fikrini söylemekte, kendilerini ifade etmekte, öğretmenleri ve diğer okul çalışanları ile diğer çocuklarla arkadaşlık ve iletişim kurmakta, oyuna katılmada, grup çalışmalarında isteksiz, etkisiz, sıkıntılı, içe dönük ve pasif bir görüntü sergiliyorlar.

“BEN YAPAMAM!” YA DA “OLMUŞ MU ÖĞRETMENİM?”

Yazdıkları her harfin, çizdikleri her çizginin doğru ya da güzel olup olmadığını sürekli öğretmenlerine onaylatma ihtiyacı duyuyorlar. Sürekli öğretmeninin yanına giderek “Öğretmenim olmuş mu?” sorusunu sorarak özgüvensizliklerini gösteriyorlar. Kimi zaman da “Ben yapamam öğretmenim!” diye açıkça söylüyorlar.

Hatta kötü veya yanlış yaparım, güzel yapmayı beceremem korkusu nedeniyle resim yapmakta, şarkı söylemekte, enstrüman çalmakta, oyuna katılmakta  tutuk, isteksiz ve edilgen davranmakta hatta kimi çocuklar yapamama korkusuyla etkinliklere katılmayı bile reddetmektedirler. 

Zaman zaman bu çocukları etkinliklere katabilmek için uzun uzun dil dökmek, iletişim kurmaya çalışmak, özgüvenlerini artırabilmek için günlerce, aylarca hatta yıllarca çaba göstermemiz gerekmektedir.

Bu çocuklarımıza öz güven kazandırabilmek için verdiğimiz emek ve harcadığımız zaman akademik başarıları için harcadığımız çabadan çok daha fazladır.

SINIF DEĞİL ÇİLEHANE...

Bu tür çocuklar, öğretmen için de sınıftaki diğer çocuklar için de önemli bir sorun teşkil etmektedir.  Tabi en büyük zorluğu ve sıkıntıyı öncelikle ve herkesten daha çok öz güveni eksik olan yavrularımızın kendileri çekmektedir. Okul ve sınıf ortamı,  bu çocuklarımız için, kapısından içeri girmek, bulunmak istemedikleri adeta bir “çilehaneye” dönüşmektedir.

SORUMLU KİM?

Bu örneklemelerden sonra şunu söylemeliyim ki, çocuklarımızın yaşadıkları tüm bu olumsuzlukların ve neticesinde getirdiği başarısızlıkların, performans yetersizliğinin mimarı kesinlikle çocuklarımız değildir.

 

Çocuklarımız değilse kimdir peki? 

Nedir bu sorunun cevabı?

Söyleyeyim hemen:

Bizleriz, bizler. Evet bizler. Ta kendimiz. Ebeveynler. Yani anneler, babalar, dedeler, nineler, abiler, amcalar, dayılar... Çocuğun yakın çevresi... Bizleriz. Yani, bir zamanlar çocuk olduğunu unutan, çocuklara nasıl yaklaşılması ve davranılması gerektiğini bilmeyen sorunlu ve sorumsuz bizler.

Bu durumun sorumlusu töre diye adlandırdığımız bazı anlamsız kurallar,  yanlış öğrenmelerimiz, şartlanmalarımız, göreneklerimiz, takıntılarımız... toplumsal, sosyal ve kültürel bilinçsizliğimiz, empati yoksunluğumuz... Saymakla bitmez çocuk yetiştirirken yaptığımız hatalar, devirdiğimiz çamlar...

 

DARBE VE HANÇER...

“Sen sus, büyüklerin lafına karışılmaz!

Kes, anneye babaya cevap verilmez, karşı gelinmez!

Haddini, yaşını bil de konuş, edepsiz!

Seni bacaksız seni!... (Hiç hoşlanmadığım bir ifadedir oldum olası)

Sen daha çocuksun, sen ne anlarsın!..” şeklinde uzayıp giden azarlamalarımız. Bütün bu tavır ve sözler çocuğun benlik gelişimine vurulmuş ağır birer “darbe”, kişilik gelişimi ve duygu dünyasına saplanmış birer “hançer etkisi” yapar.

 

NE YAPMALI, NASIL ETMELİ?

Kural çok basit,  yapılacak şey çok kolay aslında:

Kendimize yapılmasını istemediğimiz hiçbir şeyi çocuklarımıza yapmayacağız.

Kendimize söylenilmesinden hoşlanmadığımız hiçbir şeyi çocuklarımıza reva görüp söylemeyeceğiz.

Başka bir deyişle, başkaları tarafından bize karşı yapılan ve bize keyif veren davranışları biz de çocuklarımızın keyif alması için onlara karşı yapacağız.

 Empati kuracağız. Benliğine, kişiliğine saygı göstereceğiz. Çocuklarımıza değer verecek ve onlara değerli olduklarını hissettireceğiz.

Ne diyor Mevlâna? Kendini okyanusta bir damla sanma, bir damlanın içinde kocaman bir okyanussun!” 

Söylemek istediğimiz sözlerin en özünü söylüyor bizlere. “Bir damlanın içinde kocaman bir okyanussun!”  Ne demektir bu? “Kıymetlisin, önemlisin, içinde pek çok önemli değer, cevher taşıyorsun, kendini küçük, önemsiz, gereksiz ve değersiz olarak görme” anlamına gelir Mevlana'nın bu sözü.

Çocuklarımıza kişilik ve kimlik kazandırmak, geleceğe hazırlamak istiyorsak,  kendisine güvenen ayrıca kendisine güvenilen bir çocuk yetiştirmek istiyorsak çocuğumuza güveneceğiz.  

“Sana güveniyorum.” demekle yetinmeyecek, bu güvenimizin gerçek ve samimi olduğunu onlara hissettireceğiz. İspat edecek hal ve davranışlar sergileyeceğiz. 

Kuru kuruya “Sana güveniyorum.” demekle çocuğumuza öz güven kazandıramayız.

ÇOCUK KENDİ YOLUNU KENDİ YÜRÜMELİ...

Yazar Dostoyevski'nin “Kendi yolunda yanlış gitmek, başkasının yolunda doğru gitmekten iyidir.” sözü ne kadar anlamlı değil mi?  

Çocuğumuzun yürümesi gereken bir yolu onun yerine yürümek değildir bizim görev ve sorumluluğumuz. 

Sorumluluğumuz, çocuğumuzun yürümesi, aşması gereken bu yolda karşılaşabileceği güçlükleri tanıtmak ve bu güçlüklerle, karşısına çıkabilecek engellerle nasıl savaşabileceğini ve üstesinden gelebileceğini onlara öğretmek ve cesaretlendirmektir.

Görevimiz hayatta karşılaşacağı sorunları yok etmek değil, onlara bu sorunlarla baş edebilecek azimli, sabırlı ve mücadeleci bir kişilik kazandırmaktır.

Bu da ancak ve ancak çocuğumuza “öz güven” kazandırmakla mümkün olacaktır.

BALIK VERME, BALIK TUTMAYI ÖĞRET!

Görevimiz her acıktığında, ona, pişirip hazır balık vermek değil, balık tutmayı öğretmek olmalıdır. Çünkü verdiğimiz balıkla karnı ancak bir kere, bilemediniz iki kere doyarken, balık tutmayı öğretirsek bize ihtiyaç duymadan hayatı boyunca karnını doyurma becerisi gösterecektir.

Hedefimiz, çocuğumuzu korumaya alıp onun yerine karşılaşacağı güçlüklerle savaşmak değil, onu iyi bir mücadeleci olarak yetiştirip yaşam savaşı cephesine korkusuz, cesur ve mücadeleden kaçmayan bir insan olarak gönderebilmek olmalıdır.

Çaresizseniz, çare (siz)siniz!” diyen Behçet Necatigil'in bu sözünün, ne anlama geldiğini çocuklarımıza iyi anlatmamız şarttır. Öte yandan dizelerinde:

“Ne duruyorsun be,

At kendini denize...

Yelken ol,

Kürek ol,

Dümen ol,

Balık ol,

Su ol...

Git gidebildiğin yere.” diyen şair Orhan Veli Kanık'ın kıssadan hisse “Korkmadan yürü hedefine, cesur ol, cesur!” mesajını da çocuklarımıza verip onları yaşam mücadelesine hazırlamak için her yönden desteklemeliyiz.

KENDİSİNE GÜVENMEYENE BAŞKALARI HİÇ GÜVENMEZ !..

“Kendini nasıl görüyorsan, başkaları da seni öyle görür.” der Paul Arden.

Çocuklarınızı öz güveni tam, kendisine güvenen ve kendisine güvenilebilecek bireyler olarak yetiştirmeye özen gösteriniz. Çünkü kendisine güveni olmayan bir insana başkalarının güvenmesi de beklenemez.

Bu kişilerin gelecekte yaşam becerilerini göstermekte başarılı olması da mümkün değildir.

Değerli ebeveynler, anne ve babalar, sevgili çocuklar,

Biz öğretmenler, çocuklarınızın öz güven kazandırılarak yetiştirilmesi konusunda da her zaman sizlerin yanınızdayız ve yardıma hazırız.  Yeter ki okul çağı gelmeden önce çocuklarımızı yüreklendirin, onları sevin, saygı duyun, öz güvenlerinin gelişmesine katkıda bulunun. Okula başladıklarında artık bizler de sizinleyiz ve daima yanınızdayız.

Zorlu uzaktan eğitim sürecini tamamlayarak yaz tatiline başlayan sevgili evlatlarımızın ve değerli velilerimizin, meslektaşlarımızın iyi bir yaz tatili geçirmelerini temenni ediyorum.

Hür Haber Gazetesi'ne de bana yazma, düşüncelerimi paylaşma imkânı tanıdığı için teşekkür ediyor, yayın hayatında başarılar diliyorum. Her zaman ilçemiz okullarının, öğretmenlerinin ve öğrencilerinin yanında oldukları için tüm yönetici ve çalışanlarına çok teşekkür ediyorum.

Sevgiyle kalın, güvenle kalın.

                                                                                                 

 

YORUM YAP