Cumartesi günü Klassis'ten şöyle sahile doğru koyuldum yola… Hesapta aklımdakileri boşaltacağım, yükümü hafifleteceğim ama ne görürsem üzerine daha fena kafa yoruyorum…
Binalar arasında kir pas içinde, gözünü bırakın yüzü bile paltosunun yakası ve şapkası arasında tam seçilemeyen (e çok da dik dik bakamıyorsun tanımadığın birine) bir adam… Ne yapıyor boş arazide sorusuna cevap ararken, biraz ileride duran el arabasını seçiyor gözlerim… İçecek kutuları, şişe ve kağıtları ayrı ayrı istifleyip geri dönüşüme vermek üzere topladığı aşikar. Kendimden utandım… Çekinerek baktığım bu adamcağız günümüzde yapılacak belki de en kutsal işi kendi çapında ve sebepleriyle gerçekleştiriyor. Sorumsuzca birilerinin yediği, içtiği veya kullandığı şeylerin ambalajlarının çevreyi kirletmek yerine geri dönüşümde değerlendirilmesi yoluyla çok taraflı bir faydaya imza atıyor… Kocaman bir fabrikası olup da arıtıcı kullanmayan üretimden kaynaklanan atıklarla sularımızı, toprağımızı kirleten ya da MedicalPark'ın hemen bitişiğindeki strafor fabrikası gibi filtresiz üretim yaparak soluduğumuz havaya zehir katan kişileri şık kıyafetleri, son model arabaları içinde görünce ve de doğayı artı kirlilikten kurtararak ekmeğini kazanan bu adamın bize hissettirdikleri ne kadar ters orantılı şeyler, ne denli büyük bir adaletsizlik aklımızda yer edinmiş diye yeni kaygıları bir saatlik yürüyüşte kendime evlat edindim…
Kime, niçin güvendiğimizi iyi belirlememiz lazım… Kişisel hayal kırıklıklarımızı bir kenara bırakın, dünyayı yaşanması zor bir yere dönüştüren canlıların birbirine her geçen gün daha da fena şeyler yapmasından kaynaklanıyor. Kötülük ve yanlışlara karşı her sessiz kalışımız ve kabul edişlerimiz ömrümüzden çalıyor, dünyanın değerini düşürüyor…
AKIL VE DUYGU
Bunları düşündüm düşündüm; pes etmedim… Bu hafta biraz yaş alma sendromunda seyredebilirim; anlayış bekliyorum; geride bıraktığım senelerin önemli sayılacak bir kısmını birlikte tükettik ne de olsa… İnsan yaşamı boyunca aklını geliştiriyor, bir şekilde üzerinde kontrol mekanizması işliyor da duyguları her türlü evcilleştirmeden bağımsız seyrediyor… (Bazılarında akıl da bir gram gelişmiyor onlar bu yazı konusunun dışında değerlendirilmeli...) Aklınıza söz geçirebilirken, duygularınıza çok zor… Bir şekilde dizginleseniz bile ömrünüzü yerler bastırıldıkları derinlik ne kadar fazla olursa olsun… Onun içindir ki hislerimize feda ettiğimiz her türlü tecrübeye ve her şeye, geçen zamanlara da rağmen gerekirse inadımızı da devreye sokarak sahip çıkarız… “Yine olsa, yine yapardım” diye ağızdan süzülen kelime akışında aklın, kalbe “Nah yapardın, almadın mı daha boyunun ölçüsünü” dediğini biliyoruz değil mi hepimiz…
Ve kalbin işte o anda hissettiği ve büyük bedeller ödediği, geri kazanması mümkün olmayan şeyleri uğurunda kaybettiği kimi duygular için pişmanlık sancısıyla kıvrandığını biliriz…
Yanmasak, pişemeyiz!
Aklımın gücü bu yaşıma kadar hiç duygularıma söz geçirmeye yetişmedi… Bundan sonra farklı olacağını düşünüyorum edindiğim tecrübelerin ağırlığında/ağırbaşlılığında… İçimde, ancak deli diye tarif edeceğim, tarafımın ‘Yine olsa, yine yapardım' sesini hala duyuyorum da; aklım da kalbim de artık güçleri konusunda daha bilinçli diye şükrediyorum, umutlanıyorum…
Allah insanı nasıl yaratmış böyle… Biz aklımızı geliştirmek için okullara gidiyoruz… Ama duygularımızı geliştirmek gibi bir kavram hayatımızda neredeyse yok! Aklımız, rakibinin gelişmesini bilinçli olarak öteliyor olabilir; bu da şimdi geldi aklıma…
Aslında niyetim hayat geçiyor, ömür bitiyor “Akıllı olun” hatırlamasını yapmaktı ama o da bir haksızlık… Çünkü bir kalbiniz var ve o her zaman aklınızla aynı şeyleri söylemiyor, hissetmiyor; çoğu vakitte...
Siz en iyisi kalbinizle, aklınızı yarıştırmak ve ötekileştirmek yerine aralarında sağlıklı bir iletişim kurmanın yolunu bulun… Başka bir çare düşünemedim… Mutlu olmamız için ikisi de çok önemli…
Aklınız kadar, duygularınızı da besleyin...
İyi haftalar olsun...