Silivri Belediyesi CHP Meclis Üyesi Cabbar Doğan, Cumhuriyetin 100. yılını Kürtlerin bakış açısıyla şöyle değerlendirdi: “Konu Kürtler olunca coğrafyamızın en zor sorusuyla karşılaşırız. Elbette Cumhuriyet ve Kürtler konusunda akademik düzeyde cevap verebilecek konumda değilim. Ancak Cumhuriyetin bir Kürt yurttaşı olarak, bir birey olarak kişisel penceremden bakarak bu soruya cevap verebilirim.
Aslında benim yaşam dilinde yaşadıklarım, Kürtlerin ortak kaderidir diye düşünüyorum. Bugün Türkiye'nin en devasa sorunu olarak tarihi, sosyal, siyasi, kültürel ve daha da önemli uluslararası stratejik konumdaki bir coğrafyada doğmuşsanız, bilsen de bilmesen de bedelleri olduğunu yaşayarak öğreniyorsunuz.
Elbette Kürtler tarihsel olarak, kimilerinin bereketli üç hilal ve en bilindik adıyla Mezopotamya'nın en eski kadim halklarından biridir. Hem çok dağlık, hem çok verimli ovalar, vadilerin Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı topraklarda kaç medeniyetin kurulup dağıldığını hesabı belli değil. Yukarı Mezopotamya diye bilinen, bütün resmi ve tarihi kaynaklarda Kürdistan adındaki coğrafyada hala o medeniyetlerin ardılı bugün yaşayan şehirlerin tarihleri binlerce yıl olarak biliniyor.
Bu coğrafya öyle ki tarımın ilk başladığı yer. Onlarca yaban hayvanının ilk evcilleştirildiği, yer altı kaynaklarının bütün işgalcilerin gözünü diktikleritopraklardır. Hadi öncesine fazla gitmeyelim ki dinler ve krallar dönemi tam bir kan deryasıdır. Son iki yüz yıldan beri dünyada sanayi devrimlerinin yol açtığı, feodal din tarım ve fetihçi devletlerin dağılması yeni süreçlerin önünü açtı. Ulusal kurtuluş mücadeleleri yeni dünyalara kapı araladı. İşte o kapıdan geçmeyenlerden bir Filistinliler ise biri de Kürtlerdir. Bu anlamda böyle bir coğrafyada doğmuş olmak şans mı, yoksa kötü kader mi? Ona siz karar verin!
Aslında Kürtler Osmanlılarla ve Safevilerin Çaldıran savaşından beri Osmanlının en imtiyazlı müttefikleriydiler. Uzun yıllar Osmanlının şark sınırlarının bekçisi oldular, Osmanlının Sünni Hanifi Mezhebini resmi olarak kabul etmesiyle Kürtler içinde de Sünnilik damarının güçlü olması ve çıkarların ortaklaşması, o zamanın ruhu gereği Osmanlı İmparatorluk güvenlik garantörlüğü Kürtlere bir rahat bir nefes aldırmıştı.
Bu durum zaman zaman tartışmalı anlar olsa da asıl 1850'li yıllardan sonra Osmanlıyla Kürtlerin arasının bozulmaya başladığı söylenebilir. Dünyadaki ulusal hareketlerin Kürtlerin özellikle aydın çevrelerinde ulusal kıpırdanmaların olduğu bilinmektedir.
Asıl olarak Cumhuriyet ve Kürtlerin ilişkisine dönecek olursak, Osmanlı'nın sosyal, siyasal, ekonomik olarak dağılmasıyla ve Anadolu'ya sıkışmış hali, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde tabi bunu arka planı da var. Osmanlı bakiyesi asker ve bir kısım aydını harekete geçirmişti. Arka plan dediysem Jön Türk ve İttihat Terakki'den bahsediyorum. 1. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası siyasi kararlarda imzası olanların Anadolu'da etnik temizliğe başlaması Kürtlerin de gayri Müslim düşmanlığı temelinde Hamidiye Alayları'nda, Teşkilatı Mahsusa'nın organizasyonuyla bu etnik temizliklerde rol almaları Kürtlerin Osmanlı ve Hilafete olan bağlılıklarında önemli rolü olduğunu düşünüyorum. Tabi gidenlerin mülklerini yağmalama olarak da düşünebiliriz.
Cumhuriyet ve Kürtler olunca tarihi geçmişe değinmeden, o dönemin sosyolojisi, somut şartlarını bilmeden, geleceğe dönük yargıda bulunmak birçok ön yargıları da içinde barındırıyor. Olmadık yerlere savruluyoruz. Mesela Çanakkale savunmasındaki Osmanlı tebaası bütün halkların çocuklarının bu gün şehitliklerde koyun koyuna yatıyor olmalarını iyi anlamadan, Yemeni, Allahüekber dağlarındaki kırım ve kıyımındaki kardeş halkların çocuklarının acısını neden ve sonuçlarını anlamadan Cumhuriyet ve Kürtler konusunu nasıl anlayabiliriz?
Kısaca tarihi acıların, kırım ve kıyımların, hem sevapların, hem günahların ortağı halkların kadar birliğini, yolların nerede kesişip, nerede ayrıldığını bilmeden Kürtleri Cumhuriyet Tarihinin asileri, şakileri, eşkıyaları günümüz modasıyla teröristleri diye yaftalamak ne Kürtlere, ne Türklere, ne bölge halklarına hiçbir hayrı yok, zararından başka!
Şunu en başta söylemeliyim ki 1921 Anayasası “yeni bir vatan, yeni bir devlet, yeni bir iktisat” kurmak için birleştirici bir önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Diğer tüm uluslar gibi Kürtlerin de müstakil bir devlet kurma çabaları iyiden iyiye ortaya çıkmıştı. Ancak 1921 Anayasası bir çok Kürt İleri gelenlerinin de Türklerle ortak bir gelecek kurma fikri o zamanın alt üst oluş ortamında daha mantıklı gelmiş olacak ki, Sivas ve Erzurum kongrelerinde, Amasya tamiminde ortaya çıkan ortaklık iradesi Kürtleri ortak bir geleceğe kuvvetle ikna etmiş olmalı. O nedenle Kuvayı Milliye orduları bütün güçleriyle batıda savaşıp düşmanı denize dökerken doğu cephelerinde Kürtler tarihteki misyonları gereği sınır bekçiliği görevlerini tam olarak yaptıklarından kuşku yoktur diye düşünüyorum. Fransızların bölgeden kovulması, Antep direnişi gibi. Lozan'daki hak taleplerinden geri durmaları da bundan olmalı! Yani İslam Birliği etkili olmuş olmalı.
Daha önce belirtmiştim Kürtlerin coğrafyası şans mı, kötü kader mi diye. Bölge enerji kaynakları Kürtlerin başının belası oldu. O enerji kaynaklarına sahip olacak örgütlü devlet yoksa, bütün emperyalist güçlerin tasarrufuna hedef olmanız kaçınılmazdır. Kürtlerin başınada bu gelmiştir. Dört beş parçaya bölünerek son yüz yılın en kanlı oyunların tezgahlandığı bir mazlum halklar cehennemine dönüştürülmüştür.
Türkiye siyasi sınırları içinde yaşayan Kürtler acısından da durum maalesef sanılanın aksine hiç hoş olmamıştır. Burada bir çok güzellemeler yapabilirim. Hem kendimi hem de birlikte yaşadığım kardeş halklarını yanıltmaktan başka bir işe yaramaz.
Kendimden biliyorum ve her türlü siyasi, dini etnik kimliklerden bağımsız söylüyorum. Korku ve geleceği belli olmayan bir ortamda büyüyorsunuz. Bilinçaltına yerleşmiş korku, endişe, atsan atılmıyor satsan satılmıyor. Bebekliğinizde öğrenmeye başladığınız dilin büyüyünce yasaklı olduğunu öğrendiğinizde bir çocuğun nasıl bir travma yaşayabileceğini herkes kendine sormalı! Büyüdükçe, özellikle büyük çoğunluğu yoksul olanlar acısında işin daha da ne kadar zor olabileceğini sadece devletle ilişkilerde değil, ağa, şıh, seyh gibi feodal geriliğin, yoksulluk ve zalimliğin nasıl açık hapishanede yaşamaya mahkum olduğunu ancak bu gün deriye baktığımızda anlayabiliyoruz.
Feodal deyince; cumhuriyet modernist, aydınlanması, medeni hukukun bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına eşit dağıtıldığını sanmayın sakın. Öyle olsaydı bu günün acılarını belki de yaşamıyor olurduk. Cumhuriyet Modern Kapitalist ekonomi ve siyasete geçmiş olsa da kapitalizmin karakterine ters olan feodalyapıyı tasfiye etmedi. Hatta tasfiye etmek yerine işbirlikçiliği seçti. Cumhuriyet hükümetleri toprak ağalığını ve onların işbirlikçisi tarikat ve cemaatle kol kola olmayı seçtiler. Her düzen partisi içinde temsil edilmelerini sağladılar. Devlet kaynaklarını doğu ve güney doğuyu kalkındırma seferberliklerinde bir avuç Kürt egemenlerini koruyup kollarken halkı iki cepheden baskı altına alıp güvenlikçi siyaseti sürekli canlı tutarak, batıda yaşayanları terör üzerinden provoke ederek sistemin bekası olarak gördüklerini düşünüyorum. Kürde vur, Türkü kışkırt.
Elbette Cumhuriyet tarihi boyunca yirmi küsur isyandan bahsediliyor. Doğrudur. İlginç bir şekilde hiçbir Cumhuriyet hükümeti, bu isyanları demokratik, insancıl ve evrensel hukuk çerçevesinde çözmeye meyletmedi. Daha şiddetli ortaçağ yöntemleriyle yılanın başını ezmek olarak gördüler. Ezdiler de. İnkâr ve asimilasyon dayatılan bir hak ne kadar birlikte yaşama iradesi gösterirse göstersin bir türlü makbul vatandaş sınıfını geçemiyor. Böyle giderse geçemez de. Ben bir Silivri Belediye meclisi üyesi olarak 2024 yılı bütçesiyle ilgili Silivri'nin dezavantajlı gruplarının haklarını savunmak için mecliste bir sunum yapmaya kalktım içeride ve dışarıda bana söylenmedik söz kalmadı. Çünkü çatışmalar üzerinde kendini var eden, bekasını Kürtlerle çatışmaya endekslemiş bir siyaset egemenliği sürüp gidiyor.
Son olarak şunu söylemeliyim ki, tarih boyunca şiddet ne bizde, ne de dünyada hiçbir sorunu çözmedi. Ağır bedellerle sadece ertelemeye yaradı. Yoksullukları taraf olsun olmasın daha derinleştirdi. İnsanları yurtlarından, evlerinden, kültürlerinden kopardı. Kaynaklar yaşam için değil ölüm için harcandı. Bütün çatışmacı taraflardan bağımsız olarak; mesela, doğu ve güneydoğu illerinde yaşayan Kürtlerin oylarının hiçbir değeri de, itibarı da yoktur. Siyaset tek bir kararla kayyumlar eliyle bir anda hepsini çöpe dönüştürebiliyor. Görevlerinden alınan seçilmişlerden bağımsız olarak, milyonlarca halka bir hakaret değil mi? Bunun Kürtler üzerinden nasıl bir travmaya dönüştüğünü siyasilerin bilmiyor olabilirler mi? Aslında bu tam bir bölücülüktür. Birlikte, ortak vatanda yaşama iradesine vurulan darbedir.
Ben ekonomik nedenlerle ailemle birlikte Batı'ya göç ettim. Milyonlarcası gibi yeni bir hayat kuruyoruz. Bütün tarih boyunca iç içe olduğumuz, ortak kültürel değerlerimiz, akrabalıklar, hısımlarımız, dostlarımızla ekmeğimizi aşımızı kazandığımız bu topraklarda artık şiddete, ötekileştirmeye, inkâra, nefrete tahammülümüz kalmadı. Eşit yurttaşlık bir insan hakkıdır. Çoğulcu demokratik bir ülke de barış içinde yaşamayı istemek kimi rahatsız ederki?
Ne yazık ki, Cumhuriyet Kürtlerle sorunlarını çözemedi. Ama çözmek zorunda. Geçmişin acılarını daha da büyütmek kimsenin yararına değildir. Hatta söyleyebilirim ki bu sorun emperyalist güçlerin yararlanabileceği, alçakça sızabileceği açık kapıdır. O kapıyı kapamak gerek. Filistin nasıl da bir ibretlik derstir anlayabilene! Ödenmiş bedellere yenileri eklenmeden, birlikte yaşama iradesindeki duygusal bağlar daha da örselenmeden Cumhuriyeti II. yüz yılında demokrasiyle taçlandırmak en büyük görevdir. Türk halkının da, Kürt halkının da buna gücü de, kudreti de, iradesi de vardır. Umudumu hiç kaybetmiyorum.”