Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Silivri Şube Başkanı Süheyl Kırkıcı, Cumhuriyetimizin 100.Yılında Alevilerin bakış açısıyla değerlendirmelerini şöyle paylaştı: “Cumhuriyetin 100. yılını kutlayacağımız 29 Ekim 2023'den geriye doğru baktığımızda üç açıdan değerlendirme yapmanın doğru olacağına inanıyorum. Aleviler Cumhuriyete nasıl bakar diye sorduklarında; kazanımlar, beklentiler ve sonuçları diye başlamak gerektiğine inanıyorum.
16. Yüz yıldan sonra bu günkü bilindik ismiyle anılan Alevilik, 12. Yüzyılda Hacı Bektaşi Velinin Anadolu'ya gelmesi, Timur'un Anadolu'yu işgal etmesiyle dönemsel olarak bir çok toplumsal çalkantıların içinden geçerken Alevi inanç değerleri “Ocaklar ve dergah” merkezlerinde daha berrak, daha örgütlü, bir yapıya kavuştu.
Hacı Bektaşi Veli Dergahından yükselen ses; Eşitlik, rızalık, hoşgörü, sevgi ve yetmiş iki millete aynı nazardan bakan, savaş ve kırımları ret eden, insanı merkezine alıp “Okunacak en büyük kitap, insandır” felsefesinin önünü açınca; her zaman kurulu düzenle sorun yaşayan halklardan karşılık buldu. Hacı Bektaşı Veli'nin takipçileri; Taptuk Emre, Yunus Emre, Sarı Saltuk, Barak Baba, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Balım Sultan, Pir Sultan Abdal, Nesimî'den Harabi'ye, günümüz Aşıkları Veysel'den Mahsuni'ye kadar binlerce pirler, mürşidi kamiller, aşıkı sadıklar, ozanlar, hak aşıkları bu yolun sürdürücüsü olarak en önde yürüdüler.
Elbette bütün tarihi anlatmak mümkün değil, Cumhuriyet öncesi durum anlaşılmazsa, Alevlerin Cumhuriyeti neden kazanım olarak gördükleri anlaşılmaz. Osmanlı darul-ü harp bölgeleri olarak seçtikleri gayrimüslim coğrafyalarken, Çaldıran savaşından sonra Anadolu ve İslam coğrafyasını da içine alan fetih hareketleri Alevilerin durumunu daha da kötüleştirmiş, kırım ve kıyımların yanında ağır kızılbaş vergileriyle yoksulluk ve sefalet zirve yapmıştır. Tabi isyanlar da. Yerleşik düzene zorlanan Türkmen ve göçerler hayatta kalabilmek için devletin ulaşamayacağı dağlara yerleşmeyi çare olarak gördüyseler de asimilasyona uğrama tehlikesinden kurtulamamışlardır.
Osmanlı döneminde inanç sistemlerine ve yaşam biçimlerine yapılan baskılar, iftira, aşağılama fetvaları sonucunda Cumhuriyet,- Alevilere bir “ Kurtuluş” umudu aşıladı. Sevinçle desteklediler. Kuvayi-Milliyeye maddi manevi askeri her türlü destekle koştular. Mustafa Kemal Atatürk'ün doğrudan bir heyetle birlikte Hacı Bektaşi Veli Dergahı'nı ziyaret etmiş Çelebiler ile görüşmüş tam desteklerini almıştı. Ahmet Çelebi 1. Mecliste Milletvekili olarak mecliste temsil edilmiş bu Anadolu'da tüm Aleviler'de memnuniyet yaratmıştı.
Saltanatın ve Hilafetin kaldırılması, Cumhuriyet'in ilanı, Şeriye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılması, Tevhidi Tedrisat Yasası'nın kabulü ve diğer düzenlemeler, çağdaş atılımlar olarak gerçekleştirilmiş, hukuk devleti aşamasına geçilmiştir. Daha sonra da 5.12.1937 tarihli ve 3115 sayılı Yasa ile Anayasanın 2. Maddesi: Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkilapçı şeklinde değiştirilmiştir.
Cumhuriyet, Laik Yönetim, Laik Hukuk ve Laik Eğitim üzerine kurulmuştur. Medeni yasamız hukuk devriminin anıtıdır.
Laiklik, uygar dünya ile birleşmemizi getirmiş; ulusumuzun diğer uluslar arasında onurlu yerini almasını sağlamıştır. Genel ve toplu bir yenileşmenin itici gücü olmuştur. Eğitimden başlayarak her alanda özgür düşüncenin etkinliğini kurmuş, özgür insanın yaratılmasına en büyük etken olmuştur.
Laiklik, Devlet yaşamının dinsel gereklere göre değil akla, hukuka göre düzenlenmesi ilkesidir. Uygarlıktır, çağdaşlıktır, insanlıktır…
İşte bu noktada Alevilerin neden cumhuriyete ve özellikle de Cumhuriyet'in önemli kazanımlarından olan Laik devlet düzenine sahip çıktıkları ve bu ilkenin demokrasinin olmazsa olmaz ön koşulu olarak görmelerinin altında yatan gerçek, bu ilke ile kendilerini özgürce ifade etme imkanını kavramalarından kaynaklanmaktadır.
Aleviler haklı olarak demokratik, laik ve çağdaş hukuk devletini savuna gelmişlerdir. Çünkü Osmanlı döneminde din adına verilen ve inançlarından dolayı zulmedilen, iftiralara uğratılan, katliamlara maruz bıraktırılan Aleviler, padişah fermanlarından, Ebusuut gibi zalimlerin fetvalarından bıkmış usanmışlardır. Şeriat yönetiminin ne olduğunu çok iyi biliyorlardı. Kendilerini ancak ve ancak demokratik, laik ve çağdaş hukuk devleti içinde ifade edebileceklerinin bilincindeydiler.
Ancak cumhuriyet döneminde beklentilerinin karşılanması yetersiz kalsa da Aleviler çok fazla itiraz etmediler. Feodal şeriat devletinden modern topluma geçişin gereği olarak geri çekildiler. Ama kırsalda Aleviler yol ve erkanlarını kesintisiz devam ettirdiler. Cumhuriyetin dini kendi tekeline alarak Diyanet Başkanlığı'nın Sünni İslam inanç değerlerini tüm topluma dayatmasıyla sonuçlandı. Elbette günümüzde ki tarikat ve cemaatler faaliyetleri bir süre kesintiye uğrasa da devletin şefkatli eli hep üzerlerinde oldu. Aleviler, 1960 Anayasasının nisbi özgürlük sağladığı ana kadar, Alevi Bektaşi olduklarını hep gizlemek zorunda kaldılar. Hala da bunun etkileri sürmektedir.
Türkiye Modernitesi ekonomik ve sosyal hayatı değiştirmiş, üretim ilişkileri kapitalizmin emek sermaye sosyal gruplarının doğmasına yol açmış, kadınlar toplumda daha görünür olmuş, eğitimdeki değişiklik, okullaşma ve okuryazarlığı hızlı bir şekilde gelişirken aleviler de bundan payına düşeni almak için şehir ve kasabalar da eğitim seferberliğine tereddütsüz koşmuşlardır.
1980 sonrası süreçte Aleviler kırsalın terk edilmesinde Alevilere yönelik can ve mal güvenliğinin etkisi azımsanmayacak kadar ekili olmuştur. Şehirlerin ve Avrupa'nın güvenli ortamlarında sosyal ve inançsal olarak hızla örgütlendiklerine tanıklık ediyoruz.
Sonuç olarak, Cumhuriyetin kazanımları sanıldığından fazla sancılı bir süreçtir. Hala Aleviler “eşit yurttaşlık” talebiyle uğraşıyor. İbadet ettikleri Cemevleri devlet katında “ibadethane” olarak kabul edilebilmiş değil. Devletin üst kadrolarında yer alabilmeleri imkansız gibi.
Evet Cumhuriyet geri kalmış İslam coğrafyasında parlayan bir yıldız gibidir. Laiklik ve evrensel hukukun güvencesi, Aleviler için yaşamsal değerdedir. Ona sımsıkı bağlıdırlar ve bağlıyız.
Ama Cumhuriyetin aydınlanmacı özelliğini “demokrasiyle” taçlandırabilseydik Türkiye ne geçmiş acıları yaşardı, ne de bu günkü bulunduğumuz geri kalmışlık, azgelişmişlik sorunlarıyla uğraşıyor olurduk. Aleviler, sorunlarının çözümünün Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilişkili olduğunun farkındadır. Bundan dolayıdır ki Alevileri demokrasi mücadelesinde en önlerde görmek şaşırtıcı değildir.
Alevi ve Bektaşiler; “insanı merkeze” alarak sevgi, saygı, hoşgörü temelinde evrenimizdeki bütün canları kucaklayarak iyiyi, güzeli, mutluluk ve refah içinde, barış içinde yaşama hakkının yol erkanına sahiptirler. Rızalık şehri rehberimizdir. Aşk ile o yoldan, yani hak ve adalet yolundan yürümeye devam edeceğiz…
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı kutlu olsun. Hep birlikte bu topraklarda kardeşçe, barış içinde, eşit ve dayanışma halinde yaşayacağımız nice yüzyıllar diliyorum.”