“Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister”

“Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister”

25.11.2017 09:45:15

Eğitimcilerimiz, meslek hayatlarında yaşadıkları en özel ve unutulmaz anılarını Hürhaber okuyucuları için paylaştı...

24 Kasım Öğretmenler Günü'nde eğitimcilerimize mesleki hayatları boyunca yaşayıp unutamadıkları anılarını sorduk. Hürhaber Gazetesi okuyucuları için paylaşımlarından bazıları şu şekilde:

İLÇE MİLLİ EĞİTİM ŞUBE MÜDÜRÜ ERDAL ASLAN
“1999- 2000 yılında Hasan Özvarnalı İlkokulu'nda Din kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak görev yaptığım günlerdi. 4. Sınıflara ders anlatıyorum, bir kız öğrencim, ki daha sonra Tıp okuyup şuan doktor olarak görev yapıyor, sınıfta parmak kaldırdı, “Öğretmenin bir şey sorabilir miyim?” dedi ‘Evet sor bakalım' dedim. Ben ders konusunda bir şey soracak zannettim ‘Hangi konuyu anlamadın' dedim. “Hocam ders konusu değil” dedi ‘Peki nedir' dedim, “Hocam sene başından bu yana dikkat ediyorum da hep aynı renk çorap giyiyorsunuz. Acaba bir nedeni var mı?”. Çok Şaşırdım. Biraz duraksadım. Öğrencime sadece bir nedeni yok diyebildim. O gün o küçük kızımız bir şey daha öğretti bana, öğretmenlerin öğrencisinin gözünde sadece bilgi kaynağı değil, aynı zamanda bir rol model olduğunu anladım. Anladım ki biz öğretmenlerin her anı, her davranışı öğrencilerimiz tarafından izlenmekte ve örnek alınmakta. Ayağınıza giydiğiniz ayakkabı değil, onun içine giydiğiniz çoraba bile dikkat eden genç beyinler, bizlerin yaptığı iyi ve güzel şeyleri olduğu gibi yapacağımız her hatayı da güzel bir şeymiş gibi örnek alacaklar. Öğrenci önünde ders anlatan bizler, her an öğretmen olduğumuzu bilip ona göre davranmalıyız, genç nesillere uygun rol model olmalıyız. Her öğretmen için duam kendiniz gibi bir öğretmen çocuklarınıza öğretmen olsun. Bu soru beni çok etkiledi ve her zaman hatırlarım.”

GAZİ İLKOKULU ÖĞRETMENİ MUSTAFA TURAN
“2000'li yıllarda Diyarbakır'ın Sapanca Mezrası'nda görev yaptım. Çok sıcakkanlı, ayaklarında terlikler, doğru dürüst üst başları olmayan öğrencilerim vardı. Bölgede okuyan insan yoktu. Birçok projeyi hayata geçirdik ve insanlarla kaynaştık. Beş yıllık görev sürem bitti ve İstanbul'a döndüm. Geçen yıl bir öğrencim arayarak kendini tanıttı ve “Hocam beni tanıdınız mı? Ben Mustafa Kurt. Hocam Kardelenler büyüdü, okuyup meslek sahibi oldular. Ben İnşaat Mühendisi, bir başka sınıf arkadaşım öğretmen, diğeri mimar oldu. Bizler artık bu vatan ve millete hizmet ediyoruz. Sizi unutamıyoruz. Üzerimizde çok büyük emeğiniz var.” dedi. Bu benim hayatım boyunca unutamayacağım güzel bir anı oldu.”

HASAN-SABRİYE GÜMÜŞ ANADOLU LİSESİ ÖĞRETMENİ AZİM KARAMAN
“Yıllar önce Silivri Lisesi'nde çalışırken okulun arkasında üstü beton ve çatısı olmayan kütüphane ve fizik laboratuvarı vardı. Oldukça soğuk kaloriferleri yanmayan bir binaydı. Yine bir kış günü yağmurdan içeriye su girmiş bir laboratuvar ortamında deney düzenekleri kuruyordum. Tabii ki o zaman laboratuvar koşulları kötü, fakat eğitim ve öğrencilerde iyiydi. Birçok deneyi yapabiliyorduk.
Deney için gerekli elektrik tesisatlarını bağlarken öğrencilerimi uyardım. Gençler tüm masalardaki kurulumlar bittikten sonra ana kabloyu prize takacağım, kesinlikle hiç kimsenin prize dokunmamasını söyledim. Fakat sanırım bunu duymayan bir öğrencim uzatma kablosunu prize takınca müthiş bir elektrik çarpması yaşadım. Tabii ki öğrencilere pek yansıtmadım. Bu benim meslek yaşamımdaki en ciddi iş kazasıydı.”

PİRİ MEHMET PAŞA İLKOKULU ÖĞRETMENİ NAZİRE ÇORBALI
“1993 yılında Elazığ Sivrice Başkaynak Köyü İlkokulunda göreve başlamıştım. 4-5 birleştirilmiş sınıf okutuyordum. Türkçe dersinde metni işledikten sonra bir soru vardı. "Battal Gazi kimdir?" diye öğrencilerinize sorun diye. Sordum. Hemen hemen hepsi parmak kaldırdı. "Ne güzel benden önceki öğretmen anlatmış demek ki." diye düşündüm. Hanifi adlı öğrenciye söz hakkı verdim. Cevap: "Cüneyt Arkın'ın babası."

GAZİ İMAM HATİP ORTAOKULU ÖĞRETMENİ GÖNÜL ÖZER
“İnsan için hep uzaktır büyümek hangi yaşta olursak olalım... Mesleğe başladığımda da böyleydi bu. Yıllar hiç geçmeyecek ve sanki ben hiç mezunlar vermeyecektim. Uzaktı, yaşamadan anlaşılmıyordu çünkü. 11 yıl önce Silivri'ye ilk geldiğim yıllardan bir öğrencimi ortaokuldan mezun etmiştim; fakat gerisini düşünmemiştim sanırım. Aradan bir dört yıl daha geçtikten sonra çalan bir telefonla "Öğretmenim, Edebiyat öğretmenliğini yazmak istiyorum, ama okuyabilir miyim bilmiyorum." diyen bir ses vardı karşımda... O ses edebiyat öğretmenliğini kazandı ve benim öğrencilik yıllarımda kullandığım Osmanlıca sözlük onun da yol arkadaşı oldu. Öğrencimin de yıllar sonra benimle aynı sayfalarda gezmesi ve onda bıraktığım büyük dokunuş en güzel hazdır kalbimde...”

ÇAĞRIBEY ORTAOKULU ÖĞRETMENİ NECLA KAVLAK
“Öğretmenliğimin ilk yılında büyük bir şevk ve heyecanla yılsonu gösterisi hazırladık şiir dinletisinden tutun da skeçlere kadar… Onların bu deneyim süreçlerinde her engeli aşmak istiyor insan, ama bir sahnemiz yoktu. Onca emek ve parlayan gözler... İnsanlar ortaya ne çıkacağını bilmiyordu ve köy dışında bir yere gitmezdi. Sonuç okul bahçesinde bir traktör kasası:)
En çok kim sevindi bilmiyorum, ama çocuklarla traktör kasasına sevinmek çok güzeldir onu biliyorum. Kasayı tahtalarla kumaşlarla sahneye çevirdik ve o çocuklar yılsonunda sahnede aileleri ve köy halkı tarafından alkışlandı. Bir çocuğun fark ve takdir edildiğindeki bakışı unutulmazdı.”

NAMIK KEMAL ORTAOKULU ÖĞRETMENİ LEMİ ÇELİK
“Yıl 1998 asker öğretmen olarak Muş/Bulanık'ın Köprüyolu köyüne atamam yapıldı. Terör örgütünün aktif olduğu yıllar… Köyde 10 yıldır okul açık değil. Yoğun bir çalışma sonucu iki arkadaş, tamamen kendi gayret ve çabamızla, kırık olan tüm camlarını ve badana ve boyasını yaparak okulu iki ay gecikme ile 10 Kasım'ın karlı bir gününde açtık. Yaklaşık 130 civarında öğrenci, iki derslikte eğitime başladık. Benim sınıfta 70, diğer sınıfta 60 öğrenci, paylaştık. Benim sınıfta 15 sıra 4'er öğrenciden 60 kişi oturabilir durumda, diğer 10 öğrenci pencerelerdeki boşluklarda oturarak ders yapıyoruz. Bu durum 10 gün devam etti. Milli Eğitim'den gelen kimse yok, yollar tehlikeli, terör var. Kendi başıma aldığım kararla ikili öğretime geçtim; 30'u sabah 40 tanesi öğlenden sonra derse devam ediyoruz. Bir taraftan Türkçe öğretimi, bir taraftan da okuma yazma çalışması devam ediyor. Çocuklar istekli ve hevesli, en çok da matematik dersi zevkli geçiyor. 18 ay görev süresinde çoğu çok başarılı bir şekilde okumayı öğrendi. Sene 2010 yılı akşam saatleri, ailemle evde oturuyoruz, telefonum çaldı. Telefon no'su tanıdık gelmeyince buyurun kimsiniz dedim? “Hocam ben Nejat, beni tanıdınız mı?” dedi? ‘Nejat oğlum nasıl tanıyabilirim seni kendini tanıştır mısın' dedim. “Hocam Bulanık/Bitülü (köyün Kürtçe ismi) deyince hatırladım çünkü kızıl saçlı zeki bir çocuktu. Dedim ‘Oğlum hayırdır? Nasılsın? Ne yapıyorsun?', “Hocam İstanbul'dayım” dedi. Aklıma ilk gelen inşaatlarda çalışmaya mı geldi acaba dedim? ‘Peki İstanbul'da isen gel görüşelim' derken, “Hocam ben İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği'ni kazandım, okuyorum” dedi. Şaşırmakla birlikte müthiş bir gurur duydum. “Aferin oğlum sana” derken... “Hocam telefonunuzu çok aradım. Burada olmamı size borçluyum. Senin bana ‘Oğlum bak sen okuyacaksın büyük adam olacaksın, oku ve kendini kurtar' deyişini, babamın ahır sürüsünü otlatmak için beni zorlarken, senin babama karşı beni desteklemeni unutamam. Sen köyümüze gelmeseydin, bugün ben burada olamayacaktım” sözü benim gözlerimden yaşların süzülmesine ve bu meslekteki en güzel hediyenin işte bu vefa duygusu olduğunu bir kez daha anladım. Tıpkı deniz kenarında oturan ve kıyıya gelen denizyıldızlarını tekrar suya atarak onları yaşatmaya çalışan insan misali... Özveri ile çalışmaya devam ediyoruz.”

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÖĞRETMENİ PINAR BEKAR
“Tunceli Ovacık'ta Okul Müdürü olarak görev yaparken sömestr tatilinde okullar tatil, çocuklar yok ancak benim okula gitmem gerekiyor. Okula bir gittim hafta sonu yağan karla kapısı pencereleri kapanmış giremiyorum. Okulun çalışanları bin bir zahmetle sadece görebileceğim kadar bir tünel açıyor ve tünelden geçerek okula giriyorum. Hatta okulumun resmini ve haberi Kanal D, ATV ve diğer kanallarda gören tanıdıklarım beni aramıştı. O kadar zor şartlarda ama yine de severek yapıyoruz işimizi.”

ŞERİFE BALDÖKTÜ MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ ÖĞRETMENİ BANU DAL GAVAL
“Öğretmenliğimin 2. yılıydı. Henüz 23 yaşındaydım. Sultanbeyli Kız Meslek Lisesi'nde görevlendirme olarak göreve başlamıştım. Okuldaki 3. günümde koordinatörlük görevimiz vardı. Son sınıflarda bir kez derse girmiştim. Dolayısıyla o gün derse gelen öğrenciler haricindekiler henüz beni tanımıyordu. İşletmeye gittim, sivildim tabi, işletme müdürüne kendimi tanıttım, öğrenciyle ilgili genel bir konuşma yaptık ve stajyerleri görmek için içeri girdim. Uyku ve dinlenme saatiydi. Öğrencimiz çocukların yanına oturmuş, eline de bir oje almış sürüyordu. Sınıfa girdiğimde istifini hiç bozmadı. Yanındaki arkadaşı ayağı kalktı ve “hocam” dedi, yutkundu. Sonra diğer arkadaşına “kalksana hoca geldi” diye çıkıştı. Bizim stajyer omzunu silkti ve “yemezler” dedi.
Şaşkın bakışlarıma aldırmadan. Diğer öğrenci yeminler ediyor ama inanan yok! Bir ara sınıftan çıktı yetkiliyi getirdi beni tanıtmak için ama bizim stajyer “hep beraber anlaşsanız da beni kandıramazsınız modunda artık ne kadar çok şaka yapmışlarsa. Ben sadece diyalogları izledim. Ne yapayım yani kimlik çıkarıp mı göstereyim. O gün pazartesi görüşürüz diye çıktım işletmeden. Tabi sivil olmamın etkisi olsa da içimde minik bir mutluluk yoktu desem yalan olur. Pazartesi sınıfta o göz göze gelmiş halimizi hiç unutmam. Son olarak söylemeden geçemeyeceğim, hem öğretmenlik hem de idarecilik hayatımda sağ salim mezun olsa da kurtulsam dediğim tüm öğrencilerimden hala kurtulamazdım, çünkü onlar en çok hatır bilen çocuklardı. Hepsi iyi ki varlar…”

NECİP SARIBEKİR MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ ÖĞRETMENİ ÇİSEM AYTİN
“Yıl 2006. Yas 23. İlk görev yerimdir Anadolu İmam Hatip Lisesi. Büyük bir heyecan var tabi içimde. Azıcık da korku... Her şey değerli müdürüm Vedat Karabayır hocamın, “Edirne'den Kars'a küçük bir hanımefendi gelmiş” diyerek beni karşılamasına kadardı... Tüm heyecanımı, korkumu, o anda yendim. Hayatımda unutamayacağım an oldu bu benim için.

TOKİ CUMHURİYET ANADOLU LİSESİ ÖĞRETMENİ EMRE YAŞAR KAHRAMAN
“Diyarbakır Dicle'de asker öğretmenlik yaparken öğrencilerimin gözlerinde, dönem sonundaki konsere çıkarken sevinç, gurur ve endişe ile karışmış gözyaşlarını görmek beni çok duygulandırmıştı. Bir YİBO'da, hele ki Diyarbakır'a ilk gidişimde korku ile karışık duygularla gitmiş olmama rağmen öğrencilerimi bu kadar seveceğimi ve onlar tarafından bir o kadar sevileceğimi daha sonradan görmek, askerlik görevimin bittiğinde zorunlu dönüşümde beni de gözyaşlarıma boğmuştu. Beni 2009'dan beri hâlâ ararlar. Hal hatır sorarlar. Öğretmenlikten en zevk aldığım yıllardan biri idi. Yine aynı çocuklarla sene sonunda bir tiyatro gösterisi yapmıştık. Çocuklardan biri rol gereği acı çekmeliydi. TV'den seyrettiği gibi acı çekiyordu. "Ah canım çok acıyor, tekrar yürüyebilecek miyim vb. gibi ". Ben de araya girdim, çok yapmacık bir rol dedim. Biraz kendin gibi oynar mısın deyince kız bir başladı acı çekmeye "vay bravo" diyerek. Beni şimdiye kadar en çok güldüren öğrencim olmuştu. En çok güldüğüm ve en çok hüzünlendiğim anlar bunlar.”

YILDIZ ÇOCUK EVİ SAHİBİ NURTEN METİN
“Ben okul öncesi öğretmenliği mezunuyum. Mesleğe çocuklarımı büyütmek için ara verip tekrar başladım. Önce milli eğitime bağlı anasınıflarında sözleşmeli çalıştım. Sözleşmeli çalışmanın zorluklarından aynı işi yaptığınız halde özlük haklarımızın eşit olmadığından dolayı 2008 yılında Yıldız Çocuk GBE açamaya karar verdim. Gerekli işlemleri tamamladığımda sıra personel atamasına gelmişti. Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünde Özel Kreşler Gündüz Bakım Evleri Sorumlusu Gamze Hanım “Formasyonunuzu inceledik açtığınız kuruluşun Müdürü siz olabilirsiniz. Sorumlu Müdürlüğü siz mi yapacaksınız?” dediğinde çok şaşırmış, mutlu olmuştum. O günkü şaşırmış mutluluğumun tarifi mümkün değil. Ben çocukları çok sevdiğim için sadece işletmeci olarak devam etmeği planladığım işimde tüm sorumluluğu bana verilmiş olan bir kuruluş sahibi olacağımı, sürpriz bir biçimde öğrenmiştim. O gün bana hediye gibi verilmiş olan bu sorumluluğu, o günkü heyecan ve coşku ile devam ettirerek ilçemizde 9 yıldan beri okul öncesi eğitimde başarı ile hizmete devam ediyoruz. Yıldız Çocuk Evinde; sınıfta bir sabah kucaklaşması sırasında yeni kardeşi olan bir öğrencimle konuşma sırasında “Bebek nasıl?” diye sormuştum. Çocuk çok kararlı bir bekleyişle şöyle ifade etmişti, “İyi öğretmenim, hala bizde daha gitmediydi.”

ÇAĞRIBEY ORTAOKULU ÖĞRETMENİ MEHMET KÖZ
“Tekirdağ- Sarayda çalıştığım dönemde (2006) okul bahçesinde düşerek kaşı açılan ve kanaması olan öğrencimi ailesini bilgisi dahilinde hastaneye götürdük. Anne-baba farklı bir ilçede çalıştığı için gelmeleri biraz zaman aldı. Aile gelene kadar gerekli müdahaleler yapılarak alnına dikiş atıldı. Anne hastaneye geldiğinde işlemlerimiz bitmişti, çıkışta karşılaştık bir bağırış çağırış… Kızma nedeni estetik dikiş attıracakmış. Şikâyetçi oldu. Daha sonra hastane tarafından dikisin estetik olduğu rapor edildi. Maalesef birçok meslek grubunda olduğu gibi bizlerde de anlamadan dinlemeden suçlamalara maruz kalabiliyoruz.”

SİLİVRİ MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ MÜDÜR YARDIMCISI NESLİHAN KUBAT
“Okulda sıradan bir nöbet günümdü. Aniden bir öğrencimin bağırışıyla irkilerek ‘'Ne oldu kızım? ''diye sordum. O da bana çaresiz bir ses tonuyla ‘'Hocam, Demet arkadaşımız aniden yere yığıldı, ne olur bakar mısınız, çok korkuyorum'' dedi. Koşarak sınıfa girdiğimde Demet yerde kendinden geçmiş bir şekilde titreyerek yatıyordu. Bütün arkadaşları ise başına üşüşmüş bağrışıyorlardı. Soğukkanlı davranmaya çalışarak ‘'çocuklar derhal sınıfı boşaltın ve idarecileri çağırın'' dedim. Demet'in başına geçtim seslendim ama beni duymuyordu. İdareciler geldi ambulans çağırmışlardı. Ambulansla Demet'i hastaneye götürdük. Hastane odasında hemşire Demet'e serum takmak için hazırlık yapıyordu. “Tansiyon galiba'' diyerek kendi aralarında konuşuyorlardı. Demet'i hasta koltuğuna oturttu ve ayakkabılarını çıkartmaya çalışırken Demet irkilerek ‘'ayakkabılarımı çıkartmayın'' dedi, ağlayarak. Biz şaşkınlıkla Demet'e bakıyorduk, kendinde değil herhalde diye düşünürken hemşire ayakkabısını zorla çıkarttı ki ne görelim çorapları paramparça, yırtık-delik ne kelime! Meğerse Demet hasta haliyle utanmış bize çoraplarını göstermeye. İçim acımıştı, içimden bağırarak ağlamak gelmişti fakat belli etmemeliyim dedim kendime, Demet utanmamalı anlamamalıydı benim üzüldüğümü. Derken Demet'in babası geldi odaya. Durumunu babasına anlattık ve ayrıldık hastaneden. Kafam darmaduman olmuştu. Okul idaresiyle ertesi gün evine ziyaret etmeye karar verdik. Çok heyecanlıydım çünkü öğretmenlik mesleğimde ilk kez bir öğrencimin evine ziyarete gidiyordum. Kafam hem karışık hem heyecanlı. Ufak tefek hediyeler de alarak gittik Demet'in evine. Evleri küçük, müstakil, bahçesi olan bir evdi. Oturacak kanepeleri bile yok tek odalıydı. Hasta annesi, iş arayan babası ve 4 kardeşiyle o tek odalı evde kalıyordu Demet. Geçim kaynakları ise konu komşu, eş dostun getirdiği ve bahçedeki sebze meyveleriydi. O an yaşadıklarım, içimi daha da acıtmıştı fakat sevindiğim tek şey şu olmuştu; Demet'e karşı bakış açım çok değişmişti. Önceden Demet'in hırçın tavırları beni kızdırırken sonrasında o hırçınlıklara tebessümle bakabiliyordum. Önceden Demet'in derste konuyla ilgili olamayan soruları beni yorarken sonrasında o soruların hayalleri olduğunu anladım. Önceden Demet derste uyuduğunda beni zorlarken sonrasında hasta annesiyle ilgilenmiştir diye düşünmeye başladım. Önceden Demet “Hastayım hocam yazmak istemiyorum” dediğinde inanmazken sonrasında ‘yiyecek yemek bulamadılar mı niye hasta acaba' diye düşünmeye başladım. Evet algım çok değişti Demet'e, çünkü o yırtık çoraplı kızım artık hem üniversite okuyor, hem de çok iyi bir işte çalışıp ailesinin geçimine katkı sağlıyordu. O zaman anladım ki aslında bizi yanlışa iten önyargılarımızdı!!!”

TOKİ CUMHURİYET ANADOLU LİSESİ ÖĞRETMENİ ONUR ŞENDUR
“On iki yıl çalıştığım okulumdan yönetici olarak başka bir okula gitmek üzere iken öğrencilerden biri kantinde bir kargaşa olduğunu söyledi. Hızlıca kantine gittim, kantinde neredeyse tüm öğrenciler toplanmış ve alkışlamaya başladılar. Önlerinde de dört ayrı pasta ve pastaların üzerinde kelime kelime "Boş Tenekeler Sızı Unutmayacak" yazıyordu. Ben sadece alkışlayıp teşekkür ederim diyebildim. Çok duygulanmıştım, öğretmenliğimin en güzel günlerinden biriydi.”

NURULLAH BALDÖKTÜ İLKOKULU ÖĞRETMENİ EBRU TAŞKIN
“75. Yıl Cumhuriyet İlkokulu'nda 1.sınıf öğrencilerini okutuyorum. Bir öğrencim 3-4 gün gelmedi. Anne-baba geldi, geri mi kaldı diye. Ben de ‘evet' dedim. Baba, anneye dönüp "Kızı hocaya bıraksaydık hafta sonu da düğüne biz gitseydik diye demedim mi ben?” Bu unutamadığım komik bir anımdır.”

SİLİVRİ ANADOLU LİSESİ ÖĞRETMENİ ERTAN SEVEN
“Dün kapı açıldı uzun boyu, ince sakalıyla bir delikanlı usulca ağırbaşlı tavırlarla girdi içeri. Samimi sıcak bir ses tonuyla "Hocam tanıdınız mı?" dedi. Tanıyamamıştım. Hatırlamak için zihnimin derinliklerini yoklarken araya girdi "O., benim hocam O. ben." dedi. Gözlerim doldu. Ellerim sesim titredi. Sarıldık. Ağlaştık bir süre. Kendisini 8-9 yaşlarında tanımıştım. Bir gün yaşlı bir çift, müdür yardımcısı olduğum okula yanlarında O. ile gelmişlerdi. İlk o zaman görmüştüm O.'nı. okula kayıt edilmesini istiyorlardı, ama bu yaşlı çiftle çocuk arasında bir kan bağı yoktu. Ailesi ile ilgili herhangi bir bilgi de bulunmuyordu. Bu yaşlı aile çocuğu Halkalı'da terkedilmiş, bir iş yerinde perişan halde bulmuşlar ve evlat edinmeye karar vermişlerdi. Ancak bunun için resmi bir girişimde de bulunmamışlardı. Durumu gerekli mercilere ilettikten sonra durum netleşinceye kadar okula devam etmesine karar verdik. O. başlarda kimse ile konuşmuyor, sınıfta tek başına oturuyor, arkadaşları bahçede oynarken o, uzak bir köşede tek başına takılıyor, kendi kendine bir şeyler konuşuyordu. Ara sıra odama gizlice girip, sehpanın üzerinde duran şekerlemelerden alıp kaçıyor, ben de teneffüs saatlerinde o, rahatlıkla odaya girebilsin diye kapıyı açık bırakıp Öğretmenler Odası'na geçiyordum. Bazen tam odadan çıkacağı zaman kapıda yakalıyor konuşmaya çalışıyordum. Ancak o, suçlu ve mahcup bir eda ile hemen uzaklaşıyordu oradan. Bir kaç sonra toparlanmaya başladı. Artık canı sıkıldıkça yanıma geliyor "Şeker var mı? Alabilir miyim?" diyordu. Yüzüne renk gelmiş, vücudunun değişik yerlerindeki yaralar izler tamamen iyileşmiş, hatta arkadaşları ile oyunlar oynamaya başlamıştı. Derken bir O.'nın annesi olduğunu iddia eden bir kadın geldi okula ve bir kaç gün geçmeden kendisini okuldan aldı. Gitmişti O.. Nerede olduğunu ve ne halde olduğunu bilmiyorduk. Onu evlatlık edinmek isteyen aile işin peşini bırakmamış ve yaklaşık üç ay sonra O.'nın Halkalı'da olduğunu ve yine perişan bir halde olduğunu tespit etmişti. O.'nı yine bir harabeye terketmişler. Yüzünde morluklar, gözleri şişmiş ve ellerinde ve bacaklarında sigara izleri. Sokaktaki esnaf insaf eder de bir iki lokma bir şey verirse onunla karnını doyuruyor, soğuk gecelerde sokaktan topladığı karton kutulara sarılıp ısınmaya çalışıyormuş. Toplandık mahalleden iki üç arkadaş Halkalı'da bulduk O.'nı durumu gerçekten içler acısıydı ve acilen bir şey yapılmalıydı. Emniyet, Kaymakamlık, Bakanlık derken bütün yetkililere haber verdik. Sevdiğimiz bir iki milletvekili ablamızdan rica ettik. Sağ olsunlar kapısını çaldığımız her kurum herkes yardım etti. Apar topar bir mahkeme kararı çıkartıldı ve O. devlet korumasına alındı. Anadolu'da bir yurda yerleştirildi ve can güvenliği gerekçesi ile kimlik bilgileri değiştirildi. Büyümüş kocaman olmuştu O. liseyi bitirmiş. Hukuk Fakültesini kazanmıştı. Onu bu yeni haliyle tekrar görmek inanılmaz güzel bir duyguydu.”

ERTUĞRUL GAZİ ORTAOKULU MÜDÜRÜ AHMET ÖNGEL
“Renginar hanım öncelikle ince düşünceniz için çok teşekkür ederim, nazik düşünceniz ve mesleğimize değer veren yaklaşımınız şimdiden en güzel anılar listesine dahil odu bile :) Mesleğimle ilgili olarak her daim hatıramda olan belki de en güzel anılarımdan biri... 2005-2007 yılları arasında Hakkâri İli Sermaye Piyasası İlköğretim Okulunda Müdür Yardımcısı olarak görev yaptım. Okulumuz kalabalık bir okul olduğu için ikili eğitim yapılmaktaydı görev yaptığım 2 yıl süresince neredeyse her gün sabah karanlıkta okula gidip yine akşam karanlıkta eve dönüyordum. Zorlu bir ortam ve zorlu bir coğrafya olmasına rağmen işimi gerçekten severek yapmaya çalışıyordum. Öğrenciler, öğle aralarında beni evlerine yemeğe davet etmeye başlamışlardı. İlk başlarda kararsız kaldım ve davetlerini nazikçe geri çevirdim. Daha sonra ise nerdeyse her hafta bir yada iki gün öğle aralarında öğrencilerin evlerine gitmeye başladım. Öğrenci ve veliler tarafından hem çok sevilen, hem de kurallardan ve disiplinden taviz vermeyen ve bu nedenle saygı duyulan biri haline gelmek çok uzun sürmedi. 2007 Yılı haziran ayında Silivri'ye tayinim çıktığında ilişik kesme işlemleri için İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne gittim. Atamadan sorumlu İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Kemal Tanyürek'e evraklarımı imzalatmak amacıyla odasına gittiğimde bana, “Ahmet hocam maalesef senin ilişiğini kesemeyiz.” dedi. ‘Hayırdır Müdürüm bir sıkıntı mı var?' dediğimde, “Seninle ilgili bir sürü dilekçe var. Bu dilekçelerin gereğini yapmamız gerekir.” Dedi Atama bölümüyle birlikte İnceleme ve Soruşturma Bölümüne de bakan İl Müdür Yardımcısının böyle bir şey demesi beni epey endişelendirmişti ve Kemal bey yaklaşık olarak 80-100 tane dilekçeyi çıkarıp masaya koydu. Dilekçeleri gördüğümde ve okuduğumda o kadar duygulanmıştım ki, Birisinde; “Müdür Yardımcımızı çok seviyoruz, gitmesini istemiyoruz” yazıyordu, çat pat türkçesiyle... Bir diğerinde; “O bizim evimize kadar geldi, çocuğumuza sahip çıktı, bizi dinledi ve soframıza oturdu. Gitmesini istemiyoruz.” yazıyordu...Ve her birinde bu anlama gelebilecek devrik, düşük ama kalpten dökülen cümleler... O kadar çok duygulanmıştım ki ve gurur duydum kendimle, mesleğimle... Türkiye en batısından (Edirne'den) bir öğretmen, bir idareci, Türkiye'nin en doğusunda (Hakkari'de) kabul görmüş ve sevilmişti, üstelik ilkelerinden ve ülkülerinden asla taviz vermeden... Tecrübeyle sabittir ki ülkemizin her köşesi güzel, her her coğrafyanın insanı özeldir, yeter ki gönül tınısına dokunabilelim...”

YORUM YAP