Yok hemşerim, biz istediğimiz kadar “fikirler kişilerin dışında ve üstündedir, bir düşünceyi ortaya atanın kimliği ve kişiliği o düşünceyi yüceltmez ya da batırmaz” diyelim, kazın ayağı hiç öyle değil...
İnsan ister istemez söylenene olduğu kadar söyleyene de bakıp etkileniyor. “Mazruf” kadar “zarf” da önem kazanıyor.
Şimdi, özellikle basındakilere, tabii, “bizim muhitte” yani yerel basındakilere bakıyorum. Kimisi düşmanım, kimisi arkadaşım...
Bakıyorum ve içimi derin bir bezginlik kaplıyor.
Çoğu zır cahil. Bir kısmı iyi niyetli ama yetersiz ve yeteneksiz. Çok bilgili olanının bile “psikopat” dedirtecek saplantıları, saçmalıkları var.
Okumuyorlar, öğrenmek istemiyorlar, kendilerini geliştirmeye hiç niyetleri de yok, bu zahmete katlanmaya güçleri de. Çoğu yabancı dil de bilmiyor, dünyaya bakmıyor. Beyni de kabız, kalemi de.
Yabancı dil bilmemek ayıp değildir ama okumadan yazmak ayıptır.
Çoğu “ikinci sınıf” adam.
Ne yazık, Silivri'de yerel basın, çemişlerin eline kalmış!
Söylemeye dilim varmıyor ama alayı lumpenproleterya...
İçki düşkünü, kadın düşkünü, uyuşturucu düşkünü, para düşkünü adamlar da var aralarında... Kişilik zayıflığı, karakter zaafı gösterenler de var.
Sarhoşlar, cinsel kimliği bulanık adamlar, iki tahtası eksik çatlak karılar... Kıskançlıklar, çekememezlikler de had safhada.
Eh milleti bu kadar yazdık, kendimizden de bahsedelim.
Yerel basınımızda manzara böyle olunca, “adam gibi” yazıp, hele de önce bir tarafı, sonra dönüp öbür tarafı eleştirince “ne idüğü belirsiz garip bir yaratık” oldum çıktım. Beni bir kümeye sokamadılar, “kategorize” edemediler.
Ve yalnız kaldım. Zarar yok, ben yalnızlığımdan memnunum.
Korkarım bu fakirin söyledikleri de çoğunlukla havaya gidiyor, zarf, mazrufu zedeliyor, “Kaan iyi çocuk ama küfürbazın teki” gibi gerekçelerle düşüncelerimiz davulcu yellenmesi gibi arada kaynıyor...