Ali Gülcü

De & da...

Rehavetin sıcak hırkası üzerimde, beklerken içim geçivermiş.
Rüyamda biri ile sohbet ediyordum, yüzüm denize dönük oturuyordum böyle, O arkamdaydı.
Palmiye ağaçları vardı, suyun rengi turkuazdı, hava sıcak ve nemliydi. Neden bilmem neşeliydim de dinlerken gülüyordum.
“Suyun bildiğini balıklar da bilir” dedi en son, gözlerimi açtım.
Karanlık sabahlara, soğuk odalara, ne getireceği, kimi götüreceği belirsiz günlere uyanırken, portatif bir iskemlede, gittiğin yerden geri gelmek!
Üç, beş saniye geçince ayaklarım yere basıyor, nerede olduğumu anlıyorum.
Aylardan kasım, balığa geldim, oltalar suda, yalnızım.
Azıcık daha genç olsam şu Semadirek adasına yüzerek giderdim diye geçiriyorum içimden.
Denerdim en azından!
Soyunup suya girerdim de bilmem artık gerisini.
Hep biz gitmek sürekli biz varmak isteriz, zorundaymışız gibi.
Adanın bize gelme ihtimali akımıza gelmez hiç. Koskoca ada yahu, yolu düşer mi hiç buralara?
Hem farkında mı benim acaba?
Bir çuval meşe odunu atmıştım arabanın bagajına, kumlara bata çıka omuzlayıp getiriyorum.
Telefonun kafası da karışık, arada Yunanistan'a hoş geldiniz diye mesaj geliyor.
Büyük bir çukur açıyorum önce, alta eski gazeteler, üzerine dal parçaları, tutuşturuyorum. Sayfalardan birinde Trump'un fotoğrafı var.
“Kaybettin Donald” diyorum, çıtırtılarla birlikte cılız alevler dal parçalarını sarınca dörde bölünmüş meşe odunlarını atıyorum korların üzerine.
Arsız ve kurnaz yengeçlere söylene söylene oltaların yemlerini tazeliyorum
Ateşin başına dönüyor, kumların üzerine oturuyorum bu defa.
Başlarını denize doğru eğmiş kamışları izliyorum bir süre, bütün heybeti ve gerçekliği ile ada yine orada.
Şimdiye kadar etrafımı çevirmiş olmaları gereken köpeklerin olmayışı dikkatimi çekiyor, neredeler acaba?
Bazen de kuşlar kayboluyor!
Sanki hepsini birden toplayıp bir kafese kapatıyorlar ve zamanı gelince kapıları açıp serbest bırakıyorlar.
Bugün martılar da yok.
Balıklar da.
Sahilde sadece ben ve yemlerimi yediklerini bildiğim yengeçler var.
İçime çektiğim derin nefes ile kokular doluyor içime.
İyot kokusu, odun kokusu, çay bardağında sisli anason kokusu…
Geçmiş tecrübelerimden sebep, aç kalmayayım diye yılan balığı almıştım kooperatiften.
Enez Su Ürünleri Kooperatifi! Kaç defa itibarımı kurtardığını anlatmaya kalksam roman olur.
Balıkları kibrit kutusu büyüklüğünde doğrayıp tavaya atıyorum. Bilen bilir çok yağlıdır mübarek, tadından yenmez o kadar diyeyim.
Balıklar pişe dursun, bir soğan ve domatesten çoban salatası yapıveriyorum hemen, bol zeytin yağı, bol limon.
Koyun peyniri, bir dilim lakerda, bir tutam dereotu, bir avuç taze nane.
Özgürlük tanımına takılıyorum günlerdir.
Bu günlerde insanın bol olduğu yerde sıkıntı var! Maske var. Sosyal mesafe var. Yasaklar var.
Hayat, ağzının tadı varsa güzel. Keyfin yerindeyse. Kaçabiliyor ve saklanabiliyorsan.
Bir amaca tutunmuşsan, aktığını biliyor ve bunun farkındaysan.
Ceplerini çakıl taşları ile doldurabiliyorsan hala, gökkuşağının altından geçmeye çalışıyor, her kayan yıldızda dilek tutuyor ve dileğinin gerçek olacağına inanıyorsan. Paraymış, pulmuş…Gayrısı laf.
Hatırladığın ilk doğum gününde olduğu gibi, hani herkes masanın etrafındaydı, gözlerini kapatmış ve mumları üflemiştin.
Vaktiyle sararmış kitap sayfalarında çiçek kurutan da sen oldun, tavşanın çektiği niyete inan da.
Çaresiz hissettiğin anlar da oldu, gözlerinden yaş gelene kadar güldüğün zamanlar da.
Mumları üfleyip, gözlerini açtığında büyüdüğünün farkında varıyor insan. Hele bir de şarkıda söylendiği gibi dostlar masadan eksilmeye başlayınca…
Gelecek zamanda, havanın sıcak ve nemli olduğu bir günde, denizin renginin turkuaz, palmiye ağaçlarının bolca olduğu kumsalda balık beklerken uyuyakalmak isterim. Bakalım orada ne rüya göreceğim.

YORUM YAP