Levent Gültekin, AK Parti'nin çözülme süreci ile ilgili bir değerlendirmesinde, “Tayyip Erdoğan'a ‘tek adam' demek kötü bir şey değil artık” şeklinde bir ifade kullandı ve gerekçelerini açıkladı. ‘Tek adamlık' eğer siyasetçi veya yönetici bunun üstesinden başarı ile gelebiliyorsa, başkalarına ihtiyaç duymadan sırtladığı sorumluluğun hakkını veriyorsa, halk ile bağı güçlüyse övgü niyetinde de kullanılabilir mealinde bir şeyler anlattı…
Fark ediyor musunuz AK Parti'nin; valisi, kaymakamı, belediye başkanı vesaire kalmadı artık. İlk önce ideolojiler, sonra partiler soldu, icraatın mimarı (olabilen bu hususta umut vaat eden) parladı, güçlendi…
Halk ile bağı kuvvetli olan siyasetçi sisteme, (Örnek Tayyip Erdoğan…) vatandaş ile ilişkileri iyi olan seçilmiş düzene kafa tutabilir (Örnek Volkan Yılmaz)…
Bazı alışkanlıklar, kalıpların kırılması, farklı şekil alması zordur ama imkânsız olmadığı aşikâr… Yani “Böyle gelmiş, böyle gider” i gelir biri yerle bir edebilir… Şartlar farklılaştıkça (ki değişmeyen tek şey değişimdir buna karşı gelmek saçmalık olur) insanlar da buna uygun olarak pozisyonlarını yeniden düzenlemeli... Kilo aldıysanız bir beden büyük elbise almak konusunda direnmek niye?
Akıllı siyasetçinin en ayırt edici özelliği; dezavantajlarını, avantaja dönüştürebilendir…
Siyasi alışkanlıklarımızda “güçlüden yana tavır almanın” algı yönetiminde azımsanmayacak bir etkisi olduğunu hesaba katmamız lazım. Bir insanın en güçsüz olduğu an kendin en güçlü hissettiği zamanmış; tersine uyarlayın...
Değişen siyasi koşulları takip edemeyip kendini bunlara göre güncellemesini bilmeyen, (ki iş başındaysa o seçilmiş seçmenin beklentileri yönünde kendine iktidar kapısını açacak üst sürümü yüklemiştir) iktidar yarışında hükmen mağlup sayılabilir.
Bankaların kredi vermekte yarıştığı işletmenin battığına kimse inanmaz, tıpkı halkın elini sıkmaktan, yüzüne bakmaktan bıkmadığını ortaya koyduğu siyasetçinin oy ve destek hazinesinin kolay boşalmayacağı gibi…
Başkasını sıkıştırmak için ortaya konan kimi hamleler doğru mantık ve beceri ile desteklenmediği sürece yapanı ilk önce oyun dışına iter…
Tıpkı yeterli dayanak ve haklılığa sahip olmadan başkasını yalnızlaştırmak için attığınız her adımın sizi içinden çıkılmaz bir kimsesizliğe sürükleyeceği gibi…
“Nereye gideceğini bilmeyen gemiye hiçbir rüzgâr yardım edemez" sözüne, nerede duracağını bilmeyenlerin de desteksiz kalmaya mahkûm olduğunu ilave edelim.
Özdemir Asaf'ın "Bütün renkler ayni hızla kirleniyordu birinciliği beyaza verdiler" de anlattığı ile toparlayalım…
Dürüstlüğü, kazandığınız güveni, itibarı taşımak, toplumun göz bebeği haline dönüşmek her defasında kendinizden daha çok vazgeçip, fedakârlık edip diğerleri için yaşamayı da beraberinde getirir…
Daha çok kötülük, daha çok yanlışlık hepimizi; yapan, yapmayan için kaçınılmaz son… Diğer yanda da daha çok iyilik ve doğruluk hepimiz adına mutlu son…
Mutlu olma hakkınızı sonuna kadar savunun...