BAKİ ÇİFTÇİ

Demokrat olmak

Akşam yemeğinden sonra pandemi ortamında eşini ve çocuklarını alıp bir sahil ya da meydan yürüyüşü yapamadığından üçlü koltuğa uzandı. Elinden düşürmediği, tuvalette, yemekte, dost, arkadaş sohbetlerinde, işte, yürürken, neredeyse direksiyon başında, kimi zaman dalıp gittiği, kimi zaman göz ucuyla bakmaktan kendini alamadığı akıllı telefona kapatmıştı kendini.
Eşi de ikili koltuğa oturmuş telefonda yazışıyordu. Chatleştiği kişiyle komik şeyler yazışıyor olacak ki arada bir kıkırdamalar duyuluyordu. Çocuklar salona gelmediler bile, zar zor bitirdikleri yemeklerinden sonra odalarında tabletlerine doğru koşmuşlardı. Evde dört kişilerdi ama tam bir sessizlik hakimdi.
Ne kadar zaman geçti bilinmez, adamın göz kapakları kapanmak üzereydi. Adeta sürünürcesine yatak odasına ulaştı. Sonrasını hatırlamıyordu bile. Uyandırma ziliyle gözlerini açtığında neredeyse işe geç kaldığını ve her seferinde servisi kaçırmaktan ve çocukların okula geç kalacağından endişelenerek kendini banyoya zor attı. Ama telefonu yanındaydı. Hızlıca tıraş olurken günün borsa ve döviz kurlarını veren kanalları dinlemek için “canlı izle” butonuna basmıştı bile.
Döviz kurları yükseldikçe Türk Lirası karşılığı aldığı maaş her geçen gün küçülüyordu. Canı sıkkın bir şekilde çocuklara seslendi. “Hadi kalkın okula geç kalacaksınız, bütün gece o tabletlere kapanırsanız sabah kalkamazsınız!” Aslında her sabah öncekinin tekrarı gibiydi. Eşi hala uyuyordu. “Nesrin ben çıkıyorum. Çocukların kahvaltısını hazırla geç kalmasınlar. Oğlum sen de online derslerini aksatma, akşama öğretmenine sorarım ona göre.”
Her gün aynıydı. Serviste çok az insan vardı. “Günaydın” diyerek en arkada kimsenin olmadığı dörtlü koltuğa otururken ön sırdan biri kinayeli bir ses tonuyla “Aleykümselam” dedi. Adam hafif gülümserken duymamazlıktan gelerek telefondan haber portlarına göz atmaya başlamıştı bile.
Haberler her zamankinde daha iç karartıcıydı. Sosyal medya “#128milyardolarnerede”ye kilitlenirken birden bire suç örgütü lideri olduğu söylenen iktidar kankası bir kişinin itirafları videolarına atlamıştı herkes. Milyonlarca sosyal medya takipçisi bu videolarla yatıp bu videolarla kalkıyordu. Suç örgütü liderinin sesi Avrasya, Amerika, Çin Hindistan'a ve Patagonya'ya bile ulaşmıştı. Demirörenler'in Ziraat Bankası'na geri ödemedikleri iddiasıyla 750 Milyon Doları konuşulmaya başlanmıştı.
Adam arkasına yaslandı bir anlığına telefonundan ayrılıp gözlerini kapadı. 128 Milyarı ve 750 Milyon'unun kendisinin olması halinde neler yapabileceğini hayal etmeye başladı. İçine hafif bir hoşluk doldu. Öyle deli fantastik maceralar geçti ki içinden bir an suçüstü yakalanmış gibi silkinip kendine geldi. Zaman zaman böyle hayaller kurardı ama bu kez fazla ileri gitmişti galiba. Eşini düşündü. “O harika bir insan ben istesem de o kabul etmez zaten. Ya çocuklarım; iki pırlanta. Biz onlara öğretmenden haksız not almanın bile ne kadar kötü olduğunu öğretirken, tüyü bitmemiş yoksulun, yetimin hakkını nasıl yediririm?” Uyanmak için yalnız olsaydı kendine bir tokat bile atabilirdi.
Servisten indi. Ofise doğru yürürken haber başlıklarına göz ucuyla da olsa bakmaya devam ediyordu. “Eski ve son başbakan oğlunun Venezuela'ya garip guraba için özel valizinden test kiti ve maske götüren büyük bir hayır sever” olduğunu okudu. Acı acı acı gülümsedi. Daha önce suç örgütü liderinin videosunu izlemişti bu konuyla ilgili. Ülkeyi yönetenlerin adının bu kirli işlerde geçmesi kaygı ve öfke karışımı bir duygu oluşturuyordu. “Şu hale bak ya!” demekten kendini alamadı.
Daha önce itiraz ettiği konular olurdu ama öyle fazla etliye sütlüye karışan biri olmamıştı. Kanunlara saygılıydı. Suçlular kim olursa olsun kanun önünde eşit olduklarına inanırdı. Ama son yıllarda kafası iyice karışmaya başladı. Maaşı kur karşısında sürekli erirken, kira dertleri olmadığı halde çift maaşla geçinemez olmuşlardı. Maaşlarının alım gücü sürekli zayıflıyordu ama zam da isteyemiyordu. “Ya işten atarlarsa...”
HDP'ye kapatma davası ile ilgili basında çıkan haberleri okurken Sadet Peker'in daha vahim iddiaları hakkında harekete geçilmemiş olmasına anlam veremiyordu. Ülkede kaos ve çifte standartlı bir hukuksuzluğun varlığı canını sıkıyordu. Bu yaşa gelene kadar birçok şeylere tanık olmuştu ama sade bir yurttaş olarak hukuka güvenirdi. Son zamanlarda pandeminin iyi yönetilmemesinden iyice kendini huzursuz hissediyordu ama hukuksuzluk onu daha fazla tedirgin etmeye başlamıştı. Çocuklarının geneleceği konusunda her geçen gün kaygısı artmaya başlamıştı. “Keşke yurtdışına gidebilsem” demekten kendini alamıyordu. Boğuluyormuş gibi bir his peşini bırakmaz olmuştu. Aynı zamanda da “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözü belleğinden eksik olmuyordu.
Komşusu emekli öğretmen bir gün ona “Başımıza ne geliyorsa bil ki sebebi biziz yani kişinin kendisidir” demişti. O gün itiraz etmişti. “Olur mu hocam ben bir vatandaş olarak üzerime düşeni yapıyorum” demişti.
Hoca; “Bu ülkede kırk yıldan beri kanlı bir çatışma var, ülkenin en büyük kaynaklarını tüketiyor bir şey dedin mi?“ Terörle mücadele ediyorlar demişti cevap olarak.. Hoca gülmüş “Öle mi? “ Demişti alaycı bir tavırla. “Tabi ya terörle mücadele olmasa bunca silahı kim alıp satar? Bunca yolsuzluk, hukuksuzluk, hayat pahalılığı nasıl perdelenir? Terörle mücadele olmasa bu kirli işlere nasıl bahaneler uydurulur? Unutma bu sistemde her iktidarın bir terörle mücadelesi vardır. Bir kere iktidara yerleşti mi çıkarlarına uymayan herkes terörist olabilir, sen bile.” demişti.
“Peki ne yapalım hocam? Siz de hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz.”
Hoca; “Fazla bir şey değil, farklılıklarla yaşamayı bileceksin, kendine yapılmasını istenemediğini başkasına yapma, yapılırken sessiz kalmayacaksın, takım tutar gibi parti tutmayacaksın, hakkın olmayanı, karşılığında emek vermediğini kabul etmeyeceksin, kimsenin malına çökmeyeceksin, her konuda hesap verebilir ve hesap sorabilir olacaksın, hakkın olandan vazgeçmeyecek, güce boyun eğmeyeceksin, her zaman zayıfı ve mağduru koruyup kollayacaksın, halkın mutlu değilse sen tek başına mutlu olamazsın. Kutsallar kişiye özeldir, dini ve milli değerleri kullanarak güç ve iktidar olanlara ve olmak isteyenlere itibar etmeyeceksin, karşı mahalleden pis kokularına burnunu kapatırken, kendi mahallendeki pis kokulara vardır bir sebebi diyerek hoş görmeyeceksin, kan dökmeyeceksin, cana kıymayacaksın, kadına kıza, çocuklara yaşlılara, hayvanlara ve doğaya saygılı olacaksın, savaşlara, kırımlara taraf olmayacaksın. Yeryüzünde yaşayan tüm insanlarla dost, arkadaş, kardeş, yoldaş olacaksın ama kimsenin adamı, yandaşı, figüranı olmayacaksın, kibirli ve kindar olmayacaksın, yalan ve iftira etmeyeceksin, iradeni hiç kimseye teslim etmeyecek, el etek öpmeyeceksin. Kısaca kendisine saygısı olan iyi insan ve iyi bir demokrat olacaksın. İşte o zaman hiç kimse ne bizi, ne de ülkemizi kötülüğe sürükleyemez. Biz bunları yapmadığımız için, hem geleceğimizden kaygı duyarak yaşarken, kötülük hepimizi teslim aldığında yanımızda yöremizde kimseyi bulamayız. Çünkü kötülük herkesi teslim almıştır artık.” Son bir şey daha söyledi emekli öğretmen; “Demeye de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin canım kardeşim” demiş şair.
Adam akşam iş çıkışında içinden tekrarlıyordu. “Kabahatin çoğu senin canım kardeşim.”
Eşi gülümseyerek açtı kapıyı. Sarıldı öptü. Çocuklarını sevgiyle okşadı. İçinden, “Bütün mesele iyi bir demokrat olmaktır” diye geçirdi.

YORUM YAP