68 kuşağının öğrenci liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 9 Ekim 1971’de ölüme mahkûm oldular. 6 Mayıs 1972’de idam edildiler. Ölüm kararını Ankara 1 no’lu Sıkıyönetim Mahkemesi verdi. Mahkeme Başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi idamları bizzat izledi. Sırayla idam edildiler. Her biri diğerinin idamını izleyerek, idam sehpasına çıktı. Deniz Gezmiş’in idam ipine çift ilmek atılmıştı. Bu nedenle ölüm süresi 25 dakikada gerçekleşti. Yani ölümünde de şiddet içinde şiddet uygulandı.
Emekli Tuğ General Ali Elverdi daha sonra Deniz Gezmiş’i asan kişi olarak şöhret buldu. Kitaplar yazdı, siyasete atıldı ve milletvekili oldu. İtibar ve ilgi gördü. Cenazesinde yakınlarının yaptığı açıklamada ‘idamdan asla pişman olmadığı’ söylendi.
Bir yargıcın yargıladığı kimselerin görüşüne karşı olması, kararını asla etkilememelidir. Allah: “Bir topluluğa olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin” (5 / Maide Suresi, ayet 8) buyuruyor.
Hukuki olmaktan çok siyasi yönü apaçık olan bir kararla verilen bu idamdan, idamın kalktığı bir dönemde hala pişman olmamak; nasıl bir kin ve intikamın eseridir? Ali Elverdi’nin deyimiyle “Ölürken bile komünizm propagandası yapan” kişiler de olsalar, müsamaha ve hoşgörüyü ebediyen göstermemek hangi anlayışa sığar?
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını asanlar, yasaların verdiği dokunulmazlık zırhlarına büründüler. Yargılanmak, suçlanmak şöyle dursun iltifat ve değer buldular. Ancak ilahi adalet tecelli etti, ibreti âlem için olağan üstü bir tevafuk gerçekleşti. 86 yaşındaki Emekli Tuğgeneral Ali Elverdi’nin “yediği yemeğin nefes borusuna kaçması nedeniyle solunum yetmezliği sonucu boğularak öldüğü” açıklaması geldi. Takdiri ilahiye bakınız ki Ali Elverdi de tıpkı Deniz Gezmiş ve arkadaşları gibi boğularak öldü. Ali Elverdi’nin ölüm tarzı medyada birazcık yer buldu.
Din istismarcısı malum çevrelerden bu yazımı yadırgayanlar mutlaka çıkacaktır. Benzeri bir olay kendilerince “öteki” saydıkları bir kişide tezahür etseydi, inanılmaz bir şekilde kamuoyunda işlenir ve hafızlara iyice kazınırdı. Peki, bizden bu olayı sıradan bir ölüm gibi görmemiz mi bekleniyor? Ülkemizde belki de sadece ben bu olayı dinî açıdan hem de abartmadan değerlendiriyorum. Bu kadarı da olsun artık.
İslam inanışında “el cezâu min cinsi’l-amel /ceza işin türündendir/ ne yaparsanız yaptığınız şeyi görürsünüz” şeklinde bir kural vardır. (Ceza; karşılık anlamındadır.) Elbette her zaman açık seçik bu kural tecelli etmez. Ancak Ali Elverdi’nin ölüm şekli bu kurala tıpa tıp uymaktadır.
Yine 1960’lı yıllarda Alpine adlı bir sigara markasının reklamında rol alan John Moore’nin 2005 yılında ‘gırtlak kanseri’ne yakalanarak yaptığı işe uygun hastalığa uğraması da bu bağlamda ilginçtir.
Halk arasında ‘ne ekersen onu biçersin’, ‘men dakka dukka /kim çalarsa onun da kapısı çalınır’, ‘kemâ tedînü tüdân /ayıpladığın gibi ayıplanırsın’, ‘alma mazlumun âhını çıkar aheste aheste’ gibi deyimler çoktur.
Bu vesileyle şu hususu da belirtmek isterim. Siyasal İslamcılarda, ‘bazı’ sözde dini çevrelerde, kendilerinden olmayan, kendileri gibi düşünmeyen diğer bir deyimle ‘öteki’ gördükleri kesimler için her türlü zulmü ve haksızlığı reva görme anlayışı maalesef vardır. Hâlbuki Allah dinlinin de dinsizin de, Müslüman’ın da, Yahudi’nin de Hıristiyan’ın da Allah’ıdır. Ve Allah yarattığı her kulunun hakkını diğerinden mutlaka alır. Bu nedenledir ki Cenabı Hak dediğimiz Allah’ın ‘Hakk’ ismi ‘Kul Hakkı’nda da yerini almıştır.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları ile Ali Elverdi artık Allah’ın huzurundadırlar. Bu noktada onlarla Allah arasına asla giremeyiz.
Türkan Saylan’ın ölümünden sonra aleyhte yazanlara benzemekten sakınarak Ali Elverdi’nin ölümü üzerine bu yazıyı yazmak istemiş ama fırsat bulamamıştım. Ancak Ali Elverdi’nin boğularak ölmesi ile Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm yıl dönümleri arasında yaklaşık iki haftalık bir süre vardı. Nitekim 6 Mayıs 2010 Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm yıl dönümü nedeniyle yazmak kaçınılmaz oldu.