“Deprem değil bina öldürür” cümlesini ne çok duyar olduk. 1999'dan beri uzmanlar İstanbul depreminin kapıda olduğunu herkesin tedbir almasını söylüyor ama yıl 2020 ve şimdiye kadar ne yapıldı?
2012 yılında kabul edilen kısaca “Afet Kanunu” olarak bilinen Yasa ve Uygulama Yönetmeliği tam olarak uygulansa bugün yıkıldığını gördüğümüz hiçbir bina yıkılmayacaktı. Çünkü bu binalar olmayacaktı.
Kanun ilk çıktığında birçok hukukçu mülkiyet hakkının ihlali sebebiyle birçok eleştiride bulundu. Eleştiriler haksız da sayılmazdı. Ancak buradaki amaç mülkiyet hakkından daha önemli olan yaşama hakkının korunmasını sağlamaktı. Bu sebeple idarenin bu gücünü denetlemeyi ya da her yönü ile uygulamasını sağlamak doğru olacaktır.
Neden tüm riskli binalar yıkılmıyor?
Kanun; maliklerden biri veya idarenin, binanın “riskli yapı” olduğunu tespit ettirebileceğini kabul etmiş. Bir kişinin dahi talebi ile başlayan süreçte binanın riskli yapı olduğu tespit edilirse, idare gerekli tebligatları tamamlayıp binanızı yıkabiliyor. Hatta son dönemlerde Bakanlık aracılığı ile tahliye yazılarının gönderildiği ve itiraz süreçlerinin 2 gün gibi kısa sürelere sığdırıldığını da görüyoruz. Sonuçta idare- ki bu belediye ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olabilir - çürük tespiti yapılan binaların hepsini yıkabilecek yetkiye ve güce sahip.
Peki, neden hala bu çürük binalar ayakta? Her şeyden önce kanun, riskli yapıları yıkarken idarenin maliklere maddi destek sağlamasını şart koşmuş. Riskli yapı olması sebebi ile taşınmazı yıkılan malikler devletten kira yardımı ve kredi desteği alabiliyor. Birçok harçtan muafiyet sağlanıyor. Hatta tüm maliklerin beraber inşaat yapması için idareye de birçok görev verilmiş. Bu iş için idarenin oldukça büyük bir bütçeye sahip olması gerekiyor. İşte problem burada başlıyor…
Maliklerin bir kısmı kentsel dönüşüme katılmak istemiyorsa…
Yıkılan binanın yerine yenisini yapmak için de kanun birçok kolaylık sağlamış. Maliklerin sadece 2/3'ünün bir müteahhit firma ile anlaşması mümkün. Hatta bu anlaşmaya yanaşmayan maliklerin paylarının diğer malikler tarafından alınmasının da yolu açılmış. Süreçler biz hukukçuların alışık olmadığı kadar kısa ve kolay. Aslında kanun koyucu sağlam binada oturmanızı sağlamak için tüm kuralları koymuş. Ancak bu süreci başlatmak yine vatandaş ve yöneticilere kalmış.
Deprem olacak ve biz o gün korkmayacağız.
Son İzmir depremi ile yakınlarını kaybedenlere başsağlığı ve yaralılarımıza geçmiş olsun derken içimizdeki korku ve üzüntüyü anlatmak pek mümkün olmuyor. Türkiye'de birçok insan ilk maaşını aldığında ileride alacağı evin hayalini kurar. Yıllar geçer o ev alınır ve yuvamız olur. O evin yıkılması sadece duvarların değil yıllarca kurulan hayallerin yıkılmasıdır. Hele can kaybı yaşanmışsa hiç geçmeyecek acı olur insanın yüreğinde. Canımızın, malımızın, hayallerimizin yok olmasını istemiyorsak riskli binaları bir an önce depreme dayanıklı hale getirmeli ve artık korkmamalıyız. Çünkü İzmir'de, Yalova'da, Erzincan'da yaşanan depremlerdeki can ve mal kayıplarını görünce hemen harekete geçmemiz gerektiğini anlıyoruz. Ne demiş Mevlana: ”Akıl sonradan ah çekmek için değil, düşünüp tedbir almak içindir.”