Coğrafyamızın neredeyse tamamı fay hatları üzerine kurulmuşken, “Depremle yaşamayı öğrenmemiz lazım” motto formülasyonunu ben çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim.
Yalnız ‘yaşamak'la ilgili algımızda bir düzensizlik var sanki. Yerine ‘ölmeyi' koymuşuz pek çok şeyde olduğu gibi. Severken, mücadele ederken, kaçarken, yüzleşirken biz hep ‘ölüyoruz' hem de benim yazmayı tercih ettiğim şekilde tırnak içinde, mecazi değil, kelimenin tam anlamıyla…
“Depremle yaşamayı öğrenmemiz lazım”… Öğrenmemek konusunda ısrar ettiğimiz her konuda hayat, bize ders vermeye devam ediyor. Yaşam koçlarından en sık duyduğunuz cümledir bu… Ne tuhaf hiç ‘ölüm koçu' yok artan miktarda ‘yaşam koçları' girdi hayatımıza bize yaşamayı öğretmek için dört koldan. Ölmeyi ne kadar iyi bildiğimiz ortada. Kitap listelerinde bile dünya klasikleri, olağan üstü bir derinliğe sahip edebiyat eserleri yerine kişisel gelişim kitapları peynir ekmek gibi (bu benzetme de anlamını yitirdi mi ne son enflasyon darbesinden sonra…) satılıyor.
Daha az bilgi ile daha mutlu da yaşanıyor (bilmek acıyı arttırıyor, bilmemek makul düzeyde tutuyor…) ama daha iyi şartlarda değil. Öğrenemediğimiz çok fazla şey hayatımıza mal olmuyor. Depremle yaşamayı öğretmek bunun kapsamında değil. Bu alandaki bilgisizlik ve öğrenememe can alıyor; geçmişte de öyleydi, günümüzde de, gelecekte de biz akıllanmazsak öyle olacak.
Ailede, okuldaki derslerde öğrenemediğimizi hayat öğretmeni bu kez acı bir biçimde öğretmeye çalışıyor. Öğrenmemenin neresinden dönersek kâr. Hayati hatalar yapmadığımız sürece tecrübe kazandık sayabiliriz, o da epey kıymetlidir.
Son deprem tecrübemizin ardından eğitim kurumları özelinde geçilen alarm durumu dilerim ki tüm yapılar ile ilgili etkileşim alanını arttırır. Bu deprem tedbirleri konusunda oluşan duyarlılık azalmadan eksiklerimiz tamamlanır. Bireysel tedbir de önemli anacak bu afete ne zaman, nerede yakalanacağımız belli olmadığından, suiistimallere yatkın toplumsal yapımız göz önünde bulundurulduğunda, dünyanın en kalabalık metropollerinden birinin çeperinde önlemler açısından acil ve alarm vaziyetini terk etme, gevşetme şansımız yok.
1000 km ötede başkası ile kendimizde açılacak derin yarayı sarmak arasındaki farkı hiçbir zaman öğrenmek zorunda kalmamamız, yeryüzündeki bütün felaketlerin son bulması umudu, dileğiyle…
40 bin'in üzerinde canımızı toprağa vermiş olarak başımız sağ olsun, “Ölmedik ama yaşıyor muyuz?” şeklinde hayatta kalma hislerini tarif edenlerin Allah yardımcısı olsun.
***
Pek çok kişi deprem bölgesinde incelemelerde bulunuyor. Belediye Başkanımız Volkan Yılmaz da dün itibariyle Hatay'a gitti. Oradaki yıkımı gözleriyle, yerinde gören, hisseden her yönetici eminim ki kendi bölgesi ile ilgili empati yapıyor. Anadolu illerini vuran depremin yol açtığı yıkım çok büyük evet. Ancak beklenen İstanbul depremi bu şiddette gelirse çok daha ağır sonuçlar ile karşılaşacağımızı artık çocuklar da söylüyor.
Deprem önlemleri konusunda çözümleri yerelde, tabanda beklemek çok mantıklı değil, özellikle de bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde. Tepeden geliştirilecek destekler, yaptırımlar, önlemler ve sıkı bir denetim şart. Belli bir bölgeyi ilgilendiren sorun da değil gündemimizdeki neredeyse bütün ülke deprem tehdidi altında. Bunun için de neresi sallanırsa sallansın bütün ülke deprem travması geçiriyor.