Son zamanlarda -ilahi takdir- her yer sallanmaya başladı. Ülke olarak yaşadığımız bu coğrafyanın neredeyse % 80'i deprem fay hatları ile kuşatılmış durumda... Konya ve Ergene havzaları ile Mardin bölgesi ve Karadeniz kıyıları deprem riski düşük, geriye kalan alanlar ise deprem riski taşıyan bölgelerdir.
Tabi ki bu riskler gruplandırılmalıdır. Risklerin başında da bölgesel zeminler gelmektedir.
Ancak bu riskler önce yapı kümelerinin inşa kalitesi ile de orantılıdır.
Malumunuz bizim ülkemizdeki yapı kümelerinin genelde eski yapılardan oluşması nedeniyle zemin riskine yapısal zafiyetler de eklenince imkan dahilinde karşımıza çıkacak tablonun vahameti de ortaya çıkmaktadır.
***
Devam edelim, bir defa şu durumun çok iyi anlaşılması ve idrak edilmesi gerekiyor ki Türkiye bir depremler ülkesidir ve yaşayan nüfusun %92'si de deprem riski altında yaşamaktadır.
Bu konuda bilimsel bir veri her gün internetten yayınlanıyor. Günlük deprem hareketlerini takip eden bir merkez olan Kandilli rasathanesine ait www.koeri.boun.edu.tr web sitesinde de yayınlanan bilgilere göre ülkemizde her gün 50 ye yakın deprem olmaktadır. Bu bir iddia değildir, teyit edebilirsiniz.
Misal vermek gerekirse, ülkemizde 24 saat içinde, 02.02.2019 tarihinde 43 defa irili ufaklı deprem meydana gelmiştir ve bu depremler her gün yaşanmaktadır.
***
İşin vahameti ve ciddiyeti başımıza bir felaket geldiğinde mi anlaşılmalıdır?
Malum 17 Ağustos 1999 yılında Adapazarı' nda meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki depremde -resmi olarak- 17.480 kişiyi kaybettik. 23.781 kişi de yaralandı ve 505 kişi de sakat kaldı.
Netice itibariyle yaşanan felaket manevi anlamda büyük bir yıkıma sebep oldu. Dram ve travmalar yaşandı.
Gene resmi rakamlara göre 285.211 yapı ise yerle bir oldu. 600 bin kişi de evsiz kaldı. İşin mali hasar boyutu da tahmini olarak 200 milyar dolardı.
Sonuçta aradan 20 yıl geçti ama unutulmadı. Millet olarak büyük yara aldık.
Uzmanlar ve bilim insanları son günlerde üst üste açıklama yaparak gene ciddi uyarılarda bulunuyorlar.
Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür.
Konunun ciddiyetine ve önemine binaen bize de yazmak kaldı. Devam edelim.
***
Geçtiğimiz günlerde deprem risk haritasının değiştiğini ilan eden bir haber yayınlandı. Bazı bölgelerde ve şehirlerde risklerin değiştiğinden bahsediyordu!
Buna göre fayın yeri değişmemiş ancak risk parametresi değişmiş!
Allah Allah, nasıl oluyor bu iş?
Sadece İstanbul'da 30 bin eski yapıdan bahsediliyor, neyin parametresi?
Son günlerce devletin üst ricali de bu konuda açıklamalar yaparak yapısal sistemin değişmesi gerektiğini söylüyor, haklıdırlar.
Biz de bu konuda bazı tesbitlerde bulunarak ilerleyelim;
• Öncelikle inşa edilecek proje alanlarının zemin etüdlerine göre imar planları yapılmalı ve uygulanmalıdır. Yani düşük kat baz alınmalı, riskler minimize edilmelidir. Burada şu bakış açısı bizleri doğruya götürmeyecektir; imar eksilince kazançlar ve rayiçler düşer, dolayısıyla vergilerde düşer yaklaşımı yanlıştır.!
• Zafiyet ve risk taşıyan tüm zeminlerde özellikle yüksek katlı imar uygulamasına asla izin verilmemelidir. Bu tür afaki yükseklikte ki yapılarda betonarme inşaat izni vermek felaket getirecektir!
• Özellikle sahillerde ve kıyı kenar çizgisinde bulunan imar alanlarında mutlak surette düşük kat uygulanmalıdır.
• Yapısal sistem diğer ülkelere bakılarak tekrar düzenlenmelidir. Neden?
Deprem riski taşımayan ülkelerde bile betonarme sisteme kolay kolay izin verilmemektedir. Çünkü yapısal sistem olarak bu ülkelerde ahşap teknoloji tercih ediliyorsa, hatta zorunlu hale getiriliyorsa bunun tamamen toplum sağlığı ve kamu güvenliği adına olduğu görülmelidir..!
• Artık günümüzde devlet ricali de dahil olmak üzere konuşulan bizim de 15 yıldır dile getirdiğimiz yatay mimariye dönülmesi mutlaka uygulanmalıdır. Sonuçta kader tedbir ister. (yatay mimari 2 katlı demektir)
• Deprem risk alanlarında betonarme çılgınlığı önlenmelidir. Betonun depreme karşı en dayanıksız yapılar grubu olduğu gerçeğini bilim insanları açıklıyor. Bu nedenle plan ve projeler bu gerçeğe göre yapılmalıdır.
• 20.yüzyılda sağlam ve uzun vadeli düşünüldüğü için tercih edilen hatta “ömrü sonsuzdur” diye anlatılan betonarmenin fiziki ömrünün, -karbonatlaşma ve korozyon sorunu yüzünden- max. 50-60 yıl olduğu artık bilimsel olarak kabul edilmiştir.
• İstanbul'da 398 ev üzerinde yapılan ölçümde 260 Bekarel'e kadar değerler bulunmuştur. Bunların tümü betonarme evlerdir. Zemini beton olan iki adet ahşap evde; 10 Bekarel radon ölçülmüştür. Zemini de ahşap geleneksel Japon evlerinde yapılan ölçümlerde ise en çok 2,9 bekarel radon ölçülmektedir.
• Tünel kalıp tekniği ile betondan imal edilen apartmanlarda duvarlarda da mevcut çift kat hasır demirin arasından mecburen geçen 220 volt elektrik taşıyan teller yüzünden manyetik alan oluştuğunu, zihinsel ve fiziksel sağlığımızın bu yüzden risk aldığını biliyor muyuz?
• Ahşap yapılarda yaşayanların fizyolojik ve psikolojik açıdan kendilerini çok daha sağlıklı hissettiklerini.. ancak betonarme evlerde ikamete mecbur kaldıklarında rahatsızlandıklarını duymuşsunuzdur.
• Romatizma, astım, böbrek hastalıkları ve dolaşım bozuklukları üzerinde, bizimle birlikte nefes alan ahşabın olumlu etkileri olduğunu, buna karşılık betonun; sürekli radon gazı yayarak bedenimiz üzerinde toksik etki yapmaktadır.
• İmar planları yapılırken adalar parça pinçik edilmemelidir. Nasıl ki kentsel dönüşüm planları yapılırken adalar birleştiriliyor ve bir bütünlük içinde plan/proje yapılıyor veya mecburiyet getiriliyorsa bu durum her zaman bütünün korunması adına önemlidir. Kentsel dönüşümde şu konu çok önemlidir; Kentsel dönüşüm binadan başlamaz, önce zeminden başladığı bilinmelidir.
İyi haftalar...