Toplumun sağlığını, huzurunu, güvenliğini tehdit eden en önemli faktör madde bağımlılığıdır.
Tabii ki her türlüsü zararlıdır. Elbette kökü kazınmalıdır.
Ancak madde bağımlılığı genellikle keyif verici maddeler üzerinden ele alınıyor. Oysaki evler, arabalar, kılık kıyafetler, elektronik, teknolojik aletler, süs eşyaları, kredi kartları vs hepsi birer maddedir ve toplumun tamam tapu ruhsat peşinde koşar. Elindeki kuşun değerini bilmez hep daldaki kuşun peşindedir.
Nefsine hakim olamaz hep bir fazlasını ister, her şeyin en büyüğü en güzeli benim olmalı der…
Türü etkisi farklı olsa da bu da bir nevi madde bağımlılığı değil midir?
Biliyorum bunlar kamyon arkasına yazılacak kadar keyif verici yazılar değil ama görüyoruz ki dün malı mülküyle övünen, hanları-hamamları olanlarla, asgari ücretle geçinip kirada oturan günlerdir aynı ateşin başında ısınıyor aynı yardım kuyruğunda sıra bekliyor.
Bir buçuk dakika sallandık ne mal kaldı ne can.
Bu durumda bile hala onu da kapayım, bunu da götüreyim, benim olsun diyen hırsızlar yağmacılar çıkıyor…
Yardımların toplanması, ulaştırılması kavgalara neden oluyor.
İnsanoğlunun bu tatminsizliği o kadar yükseldi ki iyi olursa bizden kötü olursa Allah'tan demeye başladı.
Fakat en büyük affedici Allah bile artık bıkmış olmalı ki tüyü bitmemiş yetim hakkını, kul hakkını unutan, madde bağımlılığına dönüşen maddiyatçılığı körükleyen sistemin ihtiraslarını yıkmak için günlerdir sarsıyor.
İnsanoğluna titre ve kendine dön seni iki şey anladır, yoklukta gösterdiğin sabır, varlıkta sergilediğin tavır diyor…
Dolayısıyla fabrika ayarlarımıza dönüp hak, hukuk, adalet, vicdan, ahlak duygularımızı gözden geçirmemiz lazım…
Elleri veya ayakları olmadığı halde başarılı olmuş, hatta Stephan Hawking gibi tüm vücudu felç olduğu halde başarılı olmuş insanlar görebiliriz ama omuzunun üstünde hiç beyni olmadığı halde başarılı olmuş insan göremezsiniz…
İşin sırrı beyindedir.
İnsanın kaderi, kararları, karakteri kafasında şekillenir.
Bu yüzden bazılarımız baştan kazanıyor. Bazılarımız kafadan kaybediyor…
Yazımız kafamızda yazılıyor ama alnımızdan okunuyor!!!
Ülkeler topraklarının yüzölçümü kadar değil o topraklarda yaşayan insanların beyinlerinin yüzölçümü kadar gelişirmiş…
Gün taraftar, taraftarlar günü değildir!!!
İnsanların ölümün kıyısında tutunmaya çalışırken kimin hangi takımı tuttuğunun ne önemi var?
Yüzümüzün, gözümüzün, formamızın rengi ne olursa olsun gözyaşlarımızın rengi aynıdır.
Dönem çatışma değil çalışma, yardımlaşma, dayanışma dönemidir…