“Herkes kendisi için en doğru insanı arar durur da, kimse önce doğru kişi olmaya çalışmaz.
Günümüz ilişkilerinin durumu ortada. Kaçanlar, kovalayanlar, bağımlılar, bağlanamayanlar, şıpsevdiler, zor sevenler, sorumluluk almayanlar, aşırı fedakârlar ve daha niceleri… Kendine en yakın gelen rolü seç ve oyna, sahne senin. Kime sorsanız mutlu ve huzurlu bir birliktelik yaşamak istiyor ama adam gibi adam, kadın gibi kadın kalmadığından şikâyetçi herkes. Kimse de, ‘o zaman ben o kadın ya da adamlardan biri olmak için çaba göstereyim' demiyor. Suçu karşı tarafa yükleyip, sorumluluktan kaçmak varken kim niye yapsın ki böyle bir şeyi!? Ne gariptir ki, insan buna üşenir de, defalarca aynı yerden yara almaktan, tekrar tekrar aynı senaryoyu yaşamaktan yorulmaz.
Hepimiz birbirimizin hem katili hem de kurbanıyız. Kırıldıkça kırıyor, incindikçe incitiyor, dağıldıkça dağıtıyoruz. Savaş arenasında yaşanıyor artık ilişkiler. Bin bir türlü entrikalar, oyunlar, taktikler de cabası… Ne kadar trajikomiktir ki, tüm bunlar ‘aşk' adı altında yapılıyor. Aşktan bu derece bir haberiz işte…
Defalarca aynı şeyleri yaşayıp, ‘ben bunları niye yaşıyorum?' sorusunu dahi kendine soramayacak kadar farkındalıktan yoksun insanlar da var, sorumluluğu üstlenip durumu düzeltmeye çalışanlar da. Durum o kadar da ümitsiz değil yani. Hani hep derler ya ‘ilişki emek ister, sevgi ister' diye, işte en önce insanın kendisiyle olan ilişkisine emek harcaması, kendisini sevmesi gerekir. Uçakta bile olası bir kaza anında annenin çocuğundan önce kendi maskesini takması konusunda uyarı yapılır. Önce sen… Sen nefes alabil ki, sonra birinin nefes alma sebebi olursun.
Kendini tanımakla başla işe. Sen kimsin? Neler yapmaktan, nerelere gitmekten hoşlanırsın? Ne tür müzikler dinlemeyi, ne tarz filmler seyretmeyi seversin? Güçlü olduğun yönlerin neler? Peki ya zaafların? Hayallerin var mı? Varsa onlara ulaşmak için neler yapıyorsun? Sonra yavaşça ruhuna doğru yaklaş ve kapıyı çal. Muhtemelen ilk başlarda yanıt gelmeyecektir. Çünkü onu öyle çok ihmal ettin ve derinlere gömdün ki sana birazcık darılmış olabilir. Ama sen ısrarla çal, biraz nazlanır sonra dayanamayıp açar kapıyı. İçeriye adım attığın an bir huzur kaplayacak tüm benliğini. Belki de ilk defa bu kadar ait bu kadar güvende hissedeceksin kendini. Sonra tek tek gez ruhunun odalarında. Her odada senden izler var. Acıların, sevinçlerin, öfkelerin, hayal kırıklıkların, korkuların, umutların, yaraların… İşte sana kendini görmen için mükemmel bir fırsat. Şimdi her biri tek tek karşında duruyor. Onlara iyi bak çünkü bunların hepsi senin eserin. Sen izin verdin ruhuna yapışıp kalmalarına. Yıllardır ruhuna nakış nakış işledin her birini. Belki odalardaki pencerelerin camları kırıktı, bu yüzden herkes kolaylıkla içeri girip çıktı, sana ait olan alanı işgal edip ruhunu daralttı ya da belki de kendin dâhil herkese kapattın kapıları, kocamanda bir kilit vurdun ve yapayalnız bıraktın ruhunu. Hemen öyle karamsarlığa kapılma. Olmuş olanın da telafisi var elbette. Hiç bir şey için geç kalmadın. Sadece kontrolü eline alman yeterli. Ruhunda sana iyi gelecek, seni iyileştirecek daha ne odalar var bir bilsen. O odalarda açığa çıkmayı bekleyen yeteneklerin var, her daim seni dimdik ayakta tutabilecek sınırsız bir güç var, hem sana hem başkalarına yetecek kadar çok koşulsuz sevgi var, bilgelik var, şifa var…
Şimdi dışarı çık ve bu sefer ruhunun gözünden bak hayata. Geçmiş ilişkilerini bir düşün. Güzel bir söz duymak, beğenilmek, sevilmek, değer görmek uğruna nasılda kendinden vazgeçmişsin. Beklentilerin karşılıksız çıktığında nasılda çaresizliğe kapılıp acizliğin içine hapsetmişsin kendini. Halbuki başkasında aradığın zaten sende olanmış. İlişki dediğin şeyde birbirinin hayatından çalıp birbirini tüketmek değil, onda olanla sende olanı paylaşıp çoğaltmakmış.
Ruhunun gözüyle görmeye başladığında içeride hissettiğin huzur dışarıya da yansıyacak. Kendinden memnun olduğunda, kendini sevdiğinde ve ruhundan beslendiğinde ışıl ışıl parlayacaksın. İşte o zaman doğru kişi seni bulacak. Çünkü aşk aşkı çekecek…”
*Gülçin Sezer