Pardösüsünün cebinde bozuk para arayan fötr şapkalı adamda gözlerim.
Şapka kafasına büyük geldiği için bir tarafa kayık, pardösünün etekleri yerleri süpürüyor, sanki bir mahalleden geçerken çevirmişler “rahmetlinin öteberisi var, sana uyar” deyip koltuğunun altına sıkıştırıvermişler çıkını.
O da ne yapsın giyivermiş, kendini pek bir beğenince sahilde almış soluğu fakat simitçiye verecek parası yok.
Isırdı da simitten!
Aranıyor adam, tanıdık var mı diye etrafta gözleri.
Böyle zamanları yaşamışlığım var, tanıdık bildik kimse olmaz civarda.
Cüzdanı kaybettiğin zaman da benzer şeyler yaşarsın, tüm ceplerini yoklarsın, yok! Paniğe kapılırsın nereye gittiğini bilmeden koşmaya başlarsın, sonra uyanır gibi olur geldiğin yere doğru tekrar koşmaya başlarsın…
Aklına cüzdanı sormak gelir. Kim olduğuna bakmadan yoldan çevirirsin birini.
- Cüzdan bulan oldu mu?
- Görmedim kardeşim.
- Kahverengi bir cüzdan düşürdüm gördünüz mü acaba?
- Çok para var mıydı içinde?
- Yoktu, kimlik, kredi kartları vardı.
- Hemen bankalara, karakola haber verin.
Umutsuzluğa kapılana kadar sorarsınız ve anlarsınız ki kimsenin cüzdanı kimsenin umurunda değil.
Yaşanan dertler, sıkıntılar da öyle!
Örneğin eşinizden ayrılmaya karar vermişsinizdir. İçiniz sıkılıyordur, ille de birine anlatmak istersiniz.
Öyle olur insan en mahremini bile ille de anlatmak ister.
Anlatmak kadar onaylanma ihtiyacıdır bu. “İyi yapmışsın kardeşim, ben de aynını yapardım kardeşim” dese ya birileri. Azıcık da avutsa “sıkma canını hayat devam ediyor, ölüm yok ya sonunda.”
“En çok bu işin böyle olacağı belliydi” diyenler sıkar canınızı.
İki tek atabileceğiniz, rahat konuşabileceğiniz bir meyhanede yakınınız gördüğünüz kişiyle buluşur en başından anlatmaya başlarsınız.
O dostlar hangi duyguyla oturur masaya?
Sadece merak.
İnsan insanın başına ne gelmiş, neden gelmiş, kiminle gelmiş merak eder.
Önce pür dikkat dinler görünür, bir süre sonra meselenin aslını anlar çok geçmeden sıkılır. “ Dert babası mıyım” diye geçirir içinden üstelik kendi sıkıntıları da vardır.
Cep telefonunu alır eline, siz anlatırsınız, çatalı ile mezelerle oynamaya başlar siz anlatırsınız, yan masada oturan hanımı keser siz anlatırsınız, tuvalete gider gelir, siz anlatırsınız.
“Patlıcanın kilosu on altı lira olmuş” der, siz anlatırsınız.
“İstanbul'da bira fabrikası yanmış acaba hangisi” der siz anlatırsınız.
Gecenin sonunda dost kötü günde lazım olur deyip, öpüşüp ayrılırsınız.
“Canın ne zaman sıkılırsa ara kardeşim laflarız, kafana da fazla takma!”
Hayatınızda hiçbir değişiklik olmamıştır ama hafiflemişsinizdir biraz, avutulmuşsunuzdur biraz!
Dertliden ayrılan dost ne yapar?
Daha arabaya bindiği gibi başka bir dostunu arar. “Müsait misin? Bak ne anlatacağım, İbrahim var ya bizim, karıyı bırakmış, meyhanede beraberdik, salya sümük ağladı pezevenk… Tabi tabi hatun şutlamıştır bunu, onca işin gücün arasında dert babası olduk. Bir daha ararsa bahane bulup atlatırım, uzak durmak lazım bu dönemde”
Bu kadarla da kalmaz. Evden daha içeri girer girmez seslenir “hatun yap bakalım kahveleri, bende ne havadisler var, ne havadisler!”
Cüzdan bulunur.
Pardösünün cebinde bozuk para bulunur
Dost?