Ali Gülcü

Duvardaki çatlak

Evin mavi duvarlarındaki ince çatlakların derinlerine boş gözlerle bakarken dalmışım öyle.

An koparken, iki tarafı saz, dereye indiğini bildiğim dar bir patika açılıyor gözümün önüne.

Mevsimlerden yaz, nasıl sıcak! Mis gibi çimen kokuyor.

Elimde oltam balık tutmaya gidiyorum besbelli.

Yeşil çekirgeler, mor saçlı deve dikenleri, serçeler, uzun kavak ağaçları, tüküren salkım söğütler.

Dere de dere!

Su içiyoruz diyeyim de siz anlayın gerisini.

Elim kadar, hayır hayır kolum kadar kızılkanatlar yakalıyoruz. Kılçıklı biraz ama eh olacak o kadar. İçlerini temizledikten sonra bıçakla ince ince çiziyoruz üzerlerini, kızgın yağa atıyoruz.

İki tarafı kulplu kapkara bir tavamız var.

Soğanları bir yumrukta kırıyor, domatesleri ısıra ısıra yiyoruz, ekmeksiz.

Ansızın hava bulutlanıyor, şimşek çakıyor, yağmur başlayıveriyor.

Oldu mu şimdi, der gibi irkiliyorum.

Şu derin çatlaklardan mı odaya döndüm şimdi ben?

An koptuğu yerden birleşiyor, gözümün önüne açılan beyaz perdeyi birileri alelacele toplayıveriyor.

Orada olduğu gibi burada da yağmur başlamış fakat şimdiki zaman gibi masumiyetten ve samimiyetten uzak.

İstanbul'un hiç bilmediğim ve yaşamadığım bir semtinde duvarları mavi ev.

Galata'da, Kurtuluş'ta veya Balat'ta olabilir?

Ormanın içinde bir kulübeyi veya derme çatma yapılmış bir balıkçı barınağını, o da olmadı bir göçebe çadırını tercih ederdim, olabilseydi.

Yola çıkarken hayalleri küçük, adalara giden son vapuru kaçırdıktan sonra kocaman hayalleri oluyor insanın!

Sararmış, lekeli tüller, ahşap çerçevelere hapsolmuş, zardan, kirli camlar, masanın üzerinde eski gazeteler, kitaplar…

Yalnız ve hatta çok yalnız bir adamın kötü ruhlardan, kendinden saklandığı eski evi burası.

Uykusuz gecelerini, acılarını, umutlarını ve sırtına saplanan kanlı bıçağı bırakmış masanın üzerine giderken, oradan anladım.

Karşılaşmayı çok isterdim, laflardık.

Keyfim yerindeyse sahile iner bir kilo istavrit alırdım sırtı en lacivertinden, çoban salatası yapardık, yanına beyaz peynir, kavun, son paramla iki dilim pembe lakerda alır gelirdim.

Kurardık masayı, anlat bakalım agacım derdim…

Anlatmazdı!

Israr da etmezdim, karşılıklı oturur, susardık öyle.

Susmak bazen kerpiç gibi roman yerine geçer.

Baka baka anlarsın, ah be agacım dersin, ah be agacım!

Ansızın şimşek çakıyor evin içi bembeyaz oluyor, arkasından gök gürlüyor.

Oldu mu şimdi, der gibi irkiliyorum.

Sahildeyim, mevsimlerden yaz. Nasıl da sıcak.

Mis gibi iyot kokuyor.

Denizdeyim, sudan yansıyan güneş gözlerimi alıyor. Çakıl taşları batıyor ayaklarıma, derinlere dalmışım öyle.

An kopuyor…

YORUM YAP